Uşak Gelenek ve Görenekleri
Uşak ili gelenekleri - Uşak ili görenekleri - Yöresel gelenek ve görenekler - Gelenek - Görenek
DOĞUM :
Hamile kadınların doğumlarına kadar yediklerine ve içtiklerine dikkat etmesi gerektiğine
inanılır. Eğer kadın günden güne güzelleşiyorsa doğacak çocuğun erkek, günden güne
çirkinleşiyorsa kız olduğuna inanılır.İlk doğumlar oğlan ve kız evleri için en önemli olaylardan
biri sayılır.Kız evi tarafından çocuğa beşik,yatak,yorgan ve iç çamaşırı gibi hediyeler alınır
ve törenle oğlan evine götürülür.
EVLENME :
Eskiden Uşak'ta evlilik görücü usulü ile olurdu. Beğenilen gelin adayı kızın evine oğlan
tarafı münasip kişilerle birlikte "Dünür gider" Allah'ın emri, peygamberin kavli ile kız
istemeye geldiklerini belirtirler. Kız tarafı düşünmek, araştırmak ve danışmak için süre
ister. Oğlan tarafının daha sonraki ziyaretinde uygun bulunursa söz kesilir.
Nişan konur,nişan töreni yapılır.Bu törende misafirlere nişanlanan çiftlerin ömür boyu
işleri beyaz, günleri aydınlık olsun diye süt içirilir.Düğün sırasında kız kendini kardeşlik
oğlanda sağdıç tutar. Düğünler genelde Perşembe veya Pazar gecesi esas alınarak başlar.
Üç, beş gün önceden eşe dosta akrabalara oku denilen davetiyeler gönderilir.
Düğün gününden bir iki gün önce davul zurna getirilir, yemek hazırlıklarına başlanılır, etlik
hayvanlar kesilir, keşkekler dövülür, büyük kazanlarla yemekler pişer, misafirlere ikram edilir.
Gerdekten bir gün önceki gece kına gecesidir. Oğlan evi tarafından hazırlanan kına
heybesi kız evine götürülür. O gece kız evinde şenlikler yapılır. Kına gecesi günü oğlan
tarafının aldığı çeyiz davul zurna eşliğinde kız evine götürülür. Kız tarafının çeyizi ile birlikte
sergilenir. Düğün günü bütün çeyizler toplanır.Tekrar oğlan evine yeni çiftlerin eşyaları
olarak gider. Gelin alma günü Perşembe veya Pazar günüdür.
Bugünlerde eğlence yapılmaz gelin hazırlanır, süslenir, giydirilir. Herkesin görebileceği bir
odada bekletilir. Oğlan evinde güvey hazırlanır ve öğleden sonra davul zurna eşliğinde
arabalı düğün halayı konvoy halinde gelin almaya gider. Kız evinde fazla beklenilmez gelin
çıkarılır. Daha sonra oğlan evine dönülür. Gelin inince damadın babası tarafından avluya
kadar götürülür. Burada gelin oturur. Oyunlar oynanır. Aynı gün kız evinden sinilerle
baklava, börek, tavuk eti vb. yiyecekler gelir eğlenceler akşama kadar devam eder.
Gelin gerdek odasına girmeden önce kapıya bir parmak yağ çalar, çivi çakar, gelinin eline
ekmek verilir. Gelin ekmekleri omzundan geri atar. Orada bulunanlar ekmekleri toplarlar.
Gerdek gecesi akşamı hoca çağrılır. Daha önce kıyılmış resmi nikaha ilaveten dini
nikah kıyılır. Damat sağdıcı tarafından yumruklanarak gelin odasına konulur.
Damat gelini konuşturmak için çeşitli hediyeler verir. Kız evinden gelen tavuk eti ve
baklavalar yenir. Damat önde gelin arkada iki rekat namaz kılarlar. Ertesi gün evdekilerin
eli öpülür. Kızın annesine haber gönderilerek bahşiş alınır. Aynı gün kız ve oğlan evinin
birlikte katıldığı "yan günü" eğlencesi yapılır. Yemekler yenilir.
Kız Arama :
Askerliğini bitirmiş olan oğlanların anneleri tanıdıkları yoluyla kızaramaya başlar,
Kız bulunduktan sonra ailesine haber gönderilir.
Yavuklu Olmak:
Oğlan evinden kız evine birkaç ihtiyar kadın görücülüğe gider kız beğenilirse aynı
eve birkaç gün dünürcülüğe gidilir. Oğlanın annesi kız evinin pis ya da temiz olduğunu
anlamak için divanın altına beyaz bir ip atar. Ağzı kokuyor mu diye kızı öperler.
İyi duyuyor mu diye kısık sesle bir şey sorarlar.
Kız isteme:
Dünürcüler, Allah'ın Emri Peygamber'in Kavli ile kızı isterler. Kız evinden olumlu cevap
alınırsa, kız evi oğlan evine yemek davetinde bulunur. böylece kız evinden söz
alınmış olur. Dünürcülere kız verilmek istenmezse oğlanın kahvesine tuz atılır Ayakkabısına
tuz veya su konur.
Küçük ve Büyük Nişan:
Nişan çalgılı ya da çalgısız olarak kız evinde yapılır.oğlan evi gelin kızın büyük nişanda
giyeceği ve takacağı altınları hazırlayarak, akrabalarına ve komşularına nişan davetinde
bulunur. Kız evi de kendi çevresini davet eder. Nişan günü aile büyüklerinin elleri
öpülerek karşılama yapılır. Ardından yenilir, içilir ve eğlenilir. İsteyen gelin kıza nişan
günü hediye getirir
Gelin Kız Hamamı:
Oğlan evi tarafından kız evi hamama davet edilir. Evlilik hayatında mutlu olan bir kadın
tarafından gelin kızın başı sabunlanır. Bütün akrabaları kızın başına su dökerek hamam
havlusu ile onu kurular. Yıkanma ve kurulanma bittikten sonra türküler söylenir ve
kahve içilir. Hamam sefası bittikten sonra kız evinden oğlan evine börek, pide ve dürüm gider.
Kına Gecesi:
Düğün hazırlıklarına başlayan taraflar akraba ve komşularını haberci aracılığıyla kına
gecesi ve düğüne davet eder. Bu arada oğlan evi resmi Nikah hazırlıklarını tamamlamıştır.
Kız evinde çalgılı olarak yapılan kına gecesinde Türküler söylenir.
Gelin kızın ellerine ve ayaklarına kınalar yakılır.
Oturtma:
Kına gecesi günü oğlan evinde, damat ve arkadaşları toplanarak İçki içilir.
Düğün:
Düğün sabahı gelin kız hazırlanırken, oğlan evinde de geleneksel güvey giydirme içkili
ve çalgılı eğlenti sırasında damadın hazırlanması yapılır.
Hazırlıklar bitince fayton, at ya da arabayla gelin almaya gidilir.
Gelin Alma:
Düğün günü kız evinden oğlan evine türlü hediyeler götürülür.
Düğün eğlencesi ailelerin durumuna göre salonda ya da avlu da yapılır.
Genellikle akşama doğru son bulan düğün eğlencesinden sonra herkes yemeğe oturur.
Yemekten sonra damat ve arkadaşları yatsı namazına giderler. Damat namazdan geldikten
sonra yumruklanarak gelin odasına girer. Damat gelinle biraz konuşup görüştükten
sonra kendilerine getirilen baklavayı yerler. Daha sonra ikişer rekat namaz kılarlar zifaf
gecesinin ardından ertesi gün büyüklerin elleri öpülür.
ÖLÜM
Ölüm olayının hemen ardından ölen kişinin çenesi bağlanır.Ve gözleri yumulur.
Daha sonra ölü soyularak ince bir örtü ile örtülür. Çeşitli dualar okunur.
Duadan sonra ölüye şişmemesi için karnının üzerine demirden yapılmış bir eşya konulur.
Ve elleri iki yanlarına uzatılır. Ölü yıkanıncaya kadar yanında Kuran okumak mekruhtur.
Ölünün gömülme hazırlıkları vakit geçirmeden yapılır. Ölü temiz bir koku ile kokulandırılmış
ve tütsülenmiş bir teneşir üzerine konulur. Sonra avret yerleri örtülür ve abdest aldırılır.
Üzerine sabunlu su dökülerek başı ve yüzü yıkandıktan sonra sol yanına çevrilir.
İlk önce sağ yanı yıkanır daha sonrada sağ tarafına çevrilerek sol tarafı aynı şekilde
yıkanır. Bütün bunların ardından bir havlu veya bezle kurulanarak ölü kefene sarılır.
Cenaze götürülürken tabutu dört kişinin omuzlaması sünnettir.Tabutu ne kadar çok
kişi taşırsa ölen kişiye o kadar çok sevap yazılacağına inanılır.Mezara varıldığında
kabir yarım adam boyu veya göğüse varılacak derinlikte kazılır. Kıble yönüne lahit
yapılarak ölü kıble yönünde içine konulur. Sonra kefenin düğümü çözülür. Kerpiç ile lahtin
üstü kapatılır ve kamışlarla örtülür. Sonra da kabrin üzerine toprak atılarak deve hörgücü
gibi tümsek yapılır. Kimileri ölünün çok değer verdiği eşyasını (eşarp,şapka vb.) mezarının
başına koyar.
31 Ocak 2011 Pazartesi
Çorum İlinde Gelenek Ve Görenekler
Çorum İlinde Gelenek Ve Görenekler
Düğün Adetleri
Evlenme adetleri Çorum’ da, ilçe ve köylerde genel olarak birbirine yakın özellikler taşımaktadır. Evlilikler genellikle “görücü usulü” yapılmaktadır.
Evlenme İsteğini Belirtme
Evlenme çağına gelen gençlerin eş seçiminde ailelere önemli görevler düşmektedir. Evlenmek isteyen damat adayı bu durumu annesine söyler. İstenecek kız aile tarafından bulunup, beğenildikten sonra damat adayı kız evine götürülür ve kız gösterilir. Eğer damat adayı kızı beğenirse kız evine haber gönderilip fikirleri sorulur, kızı istemeye gelecekleri haber verilir. Kız evi de kızlarının ve yakınlarının fikirlerini aldıktan sonra söz kesme (kahve içme) tarihi belirlenir.
Dünürlük ve Şerbet İçme
Çorum’da söz kesmenin diğer bir adı “kahve içme” veya “şerbet içme”dir. Her iki tarafta birinci derece yakın akrabalarına haber verir. Dünürcüler bir kez daha “Allah’ın emri peygamberin kavli üzerine” kızlarını oğullarına istemeye geldiklerini söylerler. ”Evet” cevabı alındıktan sonra kahveler içilir, dua edilir. Oğlan ve kıza söz yüzükleri takılır. Nişan tarihi kararlaştırılır.
Nişan
Nişan çoğunlukla cumartesi veya pazar günü kız evinde yapılır. Akraba veya komşulara ağızdan veya davetiye ile haber verilir. Eskiden bu işi yaşlı kadınlar yapar ve bunlara “okuyucu” denirdi. Nişandan bir gün önce erkek evi, kız evine baklava, et, kuruyemiş, şerbet ve kızın nişanda giyeceği kıyafeti gönderir. Nişan günü kız evinde gelenlere yemek verilir. Gelenler kıza takı takarlar. Kaynana tarafından gelinin yüzüğü takılır. Nişanlılık süresinde bayram veya Hıdrellez günleri olursa hediyeler gönderilir.
Düğün
Nişan ile düğün arasındaki zaman erkek ve kız tarafının durumlarına göre değişir. Kız ve düğün için gerekli olan eşyaları almaya çarşıya çıkılır, buna “pırtı görme” denir.
Düğün başlamadan komşuların da yardımıyla iki taraf yemeklerini pişirirler. Düğünde damat en yakın iki arkadaşını “sağdıç” seçer. Sağdıç damatla ilgilenir. Düğünler cuma akşamı başlayıp pazar akşamı biter . Ayrıca yine oğlan ve kız evleri kendilerine birer “kahya” seçerler. Kahya düğün boyunca gelen misafirler, davul ve zurnacının ihtiyaçlar, yemeklerin dağıtımıyla ilgilenir. Bunun dışında erkek evinde bir de “bayraktar” seçilir. Bayraktar, kınacı giderken ve gelin alınmaya giderken önde bayrağı tutar. Cuma akşamı erkek evinde bir tavuk kesilip, bayrak takılmasıyla düğün başlar.
Kına Gecesi
Cumartesi günü kız evinde herhangi bir saatte “kına yürütme” yapılır. Erkek tarafı iki veya üç kadını bir erkekle beraber kız evine “kınacı” olarak yollar. Bunlar yanlarında kına, kuru yemiş, et, börek, tatlı ve kızın gelinliğini götürürler. Yine duruma göre kızın kınada giyeceği kıyafeti de erkek tarafı alıp götürebilir. Ayrıca davul ve zurna da kınacılarla gider. Gelen kınacılara yemek verilir. Kınacılar kızı giydirip süslerler, kızı ortaya getirip oturturlar, yüzüne allı bir yazma örterler, kına türküleri ve ilahi okurlar. Kızı ve orada bulunanları ağlatırlar. Bittikten sonra kızın avucuna para veya altın konup kınası yakılır. Orada bulunanlara da bu kınadan dağıtılır. Arkasından kuru yemiş ve limonata ikram edilir. Kız annesinin elini öper ve sarılıp ağlaşırlar.Kına bittikten sonra davul ve zurnayla halay çekilir. Gelen kınacılar o gece kız evinde kalırlar ve bunlara “gelinin yengeleri” denir. Kızın en yakın arkadaşları da o gece kızın yanında kalırlar. O gece erkek tarafında da damada kına yakılır. Kınadan önce kız tarafı, oğlan evine “damat bohçası” denilen içinde damadın düğünde giyeceği kıyafet, pijama, cüzdan, çorap, saat gibi şeylerin bulunduğu bohça gönderir.
Gelin Getirme
Pazar günü kız evinde vedalaşmalar olur. Kız gelinliğini giyip bekler. Erkek evinin büyük bir kısmı, kayınvalide hariç, gelini almaya gider. Bu sırada kız evinin kapıları kilitlenir. Düğünün kahyası gelip kapıyı tutanlara bir miktar para verir kapıyı açtırır. Gelinciler içeri girip, geline bakarlar. Gelinin ağabeyi veya erkek kardeşi kırmızı kuşağı dualar okuyarak, gelinin beline üç kez dolayıp takar. Gelin bir kolunda babası, diğer kolunda damat ile evden çıkar. Bu esnada kızın çeyizi de taşınmaktadır. Dualar okunup, gelin arabaya bindirilir. Gelin alayı dolaşarak erkek evine gelir. Oğlan evine gelindiğinde, kayınvalide gelinin önünde çömlek kırar; gelinin bütün kötü huyları böyle kırılsın diye, başından kuru yemiş, şeker, bozuk para atar;bereketli olsun, evine yağ gibi sıvansın diye kapının girişine yağ sürdürülür.
Çorum ‘ da Hıdırellez Geleneği
Çorum bölgesinde, Hıdrellezin Hızır Aleyhisselam ile İlyas Peygamberin buluştukları gün olduğu inancı vardır.İl’ de hıdrellezin gelişi sevinçle karşılanmaktadır. Çünkü kışın bittiğine, yazın geldiğine, bolluk ve bereket dolu günlere ulaşıldığına inanılır. Bu nedenle yazın başlangıcı sayılan 6 Mayıs hıdrellez gününde bir bayram sevinci yaşanır. Hıdırlık, Erzurum Dede, Sıklık Boğazı, Bağlar en çok gidilen yerlerdir.Buralara gitmek için bir-iki gün önceden hazırlık yapanlar vardır. Hazırlık olarak yeni giysiler hazırlanır; çörek, börek, yaprak dolması, bulgur kaynatması yapılır. Birlikte yenilir, içilir. Genellikle genç kızlar arasında dalya, atlankaya ve okkel oyunları oynanır. Erkekler bu eğlencelere katılmazlar.Hıdrelle z gecesi veya günü arzulanan dileklerin gerçekleşmesi için dualar edilir
Düğün Adetleri
Evlenme adetleri Çorum’ da, ilçe ve köylerde genel olarak birbirine yakın özellikler taşımaktadır. Evlilikler genellikle “görücü usulü” yapılmaktadır.
Evlenme İsteğini Belirtme
Evlenme çağına gelen gençlerin eş seçiminde ailelere önemli görevler düşmektedir. Evlenmek isteyen damat adayı bu durumu annesine söyler. İstenecek kız aile tarafından bulunup, beğenildikten sonra damat adayı kız evine götürülür ve kız gösterilir. Eğer damat adayı kızı beğenirse kız evine haber gönderilip fikirleri sorulur, kızı istemeye gelecekleri haber verilir. Kız evi de kızlarının ve yakınlarının fikirlerini aldıktan sonra söz kesme (kahve içme) tarihi belirlenir.
Dünürlük ve Şerbet İçme
Çorum’da söz kesmenin diğer bir adı “kahve içme” veya “şerbet içme”dir. Her iki tarafta birinci derece yakın akrabalarına haber verir. Dünürcüler bir kez daha “Allah’ın emri peygamberin kavli üzerine” kızlarını oğullarına istemeye geldiklerini söylerler. ”Evet” cevabı alındıktan sonra kahveler içilir, dua edilir. Oğlan ve kıza söz yüzükleri takılır. Nişan tarihi kararlaştırılır.
Nişan
Nişan çoğunlukla cumartesi veya pazar günü kız evinde yapılır. Akraba veya komşulara ağızdan veya davetiye ile haber verilir. Eskiden bu işi yaşlı kadınlar yapar ve bunlara “okuyucu” denirdi. Nişandan bir gün önce erkek evi, kız evine baklava, et, kuruyemiş, şerbet ve kızın nişanda giyeceği kıyafeti gönderir. Nişan günü kız evinde gelenlere yemek verilir. Gelenler kıza takı takarlar. Kaynana tarafından gelinin yüzüğü takılır. Nişanlılık süresinde bayram veya Hıdrellez günleri olursa hediyeler gönderilir.
Düğün
Nişan ile düğün arasındaki zaman erkek ve kız tarafının durumlarına göre değişir. Kız ve düğün için gerekli olan eşyaları almaya çarşıya çıkılır, buna “pırtı görme” denir.
Düğün başlamadan komşuların da yardımıyla iki taraf yemeklerini pişirirler. Düğünde damat en yakın iki arkadaşını “sağdıç” seçer. Sağdıç damatla ilgilenir. Düğünler cuma akşamı başlayıp pazar akşamı biter . Ayrıca yine oğlan ve kız evleri kendilerine birer “kahya” seçerler. Kahya düğün boyunca gelen misafirler, davul ve zurnacının ihtiyaçlar, yemeklerin dağıtımıyla ilgilenir. Bunun dışında erkek evinde bir de “bayraktar” seçilir. Bayraktar, kınacı giderken ve gelin alınmaya giderken önde bayrağı tutar. Cuma akşamı erkek evinde bir tavuk kesilip, bayrak takılmasıyla düğün başlar.
Kına Gecesi
Cumartesi günü kız evinde herhangi bir saatte “kına yürütme” yapılır. Erkek tarafı iki veya üç kadını bir erkekle beraber kız evine “kınacı” olarak yollar. Bunlar yanlarında kına, kuru yemiş, et, börek, tatlı ve kızın gelinliğini götürürler. Yine duruma göre kızın kınada giyeceği kıyafeti de erkek tarafı alıp götürebilir. Ayrıca davul ve zurna da kınacılarla gider. Gelen kınacılara yemek verilir. Kınacılar kızı giydirip süslerler, kızı ortaya getirip oturturlar, yüzüne allı bir yazma örterler, kına türküleri ve ilahi okurlar. Kızı ve orada bulunanları ağlatırlar. Bittikten sonra kızın avucuna para veya altın konup kınası yakılır. Orada bulunanlara da bu kınadan dağıtılır. Arkasından kuru yemiş ve limonata ikram edilir. Kız annesinin elini öper ve sarılıp ağlaşırlar.Kına bittikten sonra davul ve zurnayla halay çekilir. Gelen kınacılar o gece kız evinde kalırlar ve bunlara “gelinin yengeleri” denir. Kızın en yakın arkadaşları da o gece kızın yanında kalırlar. O gece erkek tarafında da damada kına yakılır. Kınadan önce kız tarafı, oğlan evine “damat bohçası” denilen içinde damadın düğünde giyeceği kıyafet, pijama, cüzdan, çorap, saat gibi şeylerin bulunduğu bohça gönderir.
Gelin Getirme
Pazar günü kız evinde vedalaşmalar olur. Kız gelinliğini giyip bekler. Erkek evinin büyük bir kısmı, kayınvalide hariç, gelini almaya gider. Bu sırada kız evinin kapıları kilitlenir. Düğünün kahyası gelip kapıyı tutanlara bir miktar para verir kapıyı açtırır. Gelinciler içeri girip, geline bakarlar. Gelinin ağabeyi veya erkek kardeşi kırmızı kuşağı dualar okuyarak, gelinin beline üç kez dolayıp takar. Gelin bir kolunda babası, diğer kolunda damat ile evden çıkar. Bu esnada kızın çeyizi de taşınmaktadır. Dualar okunup, gelin arabaya bindirilir. Gelin alayı dolaşarak erkek evine gelir. Oğlan evine gelindiğinde, kayınvalide gelinin önünde çömlek kırar; gelinin bütün kötü huyları böyle kırılsın diye, başından kuru yemiş, şeker, bozuk para atar;bereketli olsun, evine yağ gibi sıvansın diye kapının girişine yağ sürdürülür.
Çorum ‘ da Hıdırellez Geleneği
Çorum bölgesinde, Hıdrellezin Hızır Aleyhisselam ile İlyas Peygamberin buluştukları gün olduğu inancı vardır.İl’ de hıdrellezin gelişi sevinçle karşılanmaktadır. Çünkü kışın bittiğine, yazın geldiğine, bolluk ve bereket dolu günlere ulaşıldığına inanılır. Bu nedenle yazın başlangıcı sayılan 6 Mayıs hıdrellez gününde bir bayram sevinci yaşanır. Hıdırlık, Erzurum Dede, Sıklık Boğazı, Bağlar en çok gidilen yerlerdir.Buralara gitmek için bir-iki gün önceden hazırlık yapanlar vardır. Hazırlık olarak yeni giysiler hazırlanır; çörek, börek, yaprak dolması, bulgur kaynatması yapılır. Birlikte yenilir, içilir. Genellikle genç kızlar arasında dalya, atlankaya ve okkel oyunları oynanır. Erkekler bu eğlencelere katılmazlar.Hıdrelle z gecesi veya günü arzulanan dileklerin gerçekleşmesi için dualar edilir
Kürt illerinin asıl isimleri
Kürt illerinin asıl isimleri
ADIYAMAN / SEMSÛR
Gerger / Alduş
Çelikhan / Çîlikan
Kahla / Kalik
Gölbaşý / Serê Golan
Besni / Bêhiştî
Somsat / Şemîzînan
MALATYA / MELETÎ
Arapkir / Erebgir
Ağın / Axên
Hekimhan / Hekîmxan
Arguvan / Erxevan
Darende / arende
Akçadağ / Argan
Yeşilyurt / Çirmik
Pötürge / Şîro
Doğanşehîr / Wêranşar
MARAŞ / GUMGUM
Pazarcık / Pazarcix
Andirin / Andirîn
Göksun / Goksun
Afşin / Avşîn
Elbistan / Elbîstan
Turkoğlu / Kurdoxolî
ANTEP / DÎLOK
Kilis / Kîlîs
Nizip / Belkîs
Oğuzelî / Tîlbîşar
Islahiye / Îslahiye
Yavuzelî / Çînçîn
Araban / Ereban
URFA / RIHA
Ceylanpınar / Serê Kanî
Viranşehir / Wêranşar
Akçokale / Kahniya Xezalan
Suruç / Pirsus
Birecik / Bêrecûk
Halfetî / Xelfetî
Bozova / Heweng
Hilvan / Curnê Reş
Siverek / Girê Sor
ELAZIĞ / XARPÊT
Ağın / Axin
Alacakaya / Xulaman
Arıcak / Mîyaran
Baskil / Baskîl
Karakoçan / Dep - Depe
Keban / Keban
Kovancılar / Qovancîyan
Maden / Maden
Palu / Pali
Sivrice / Sîvrîce
DİYARBAKIR / AMED (AMÎDA - DIYARBEKIR)
Bismil / Bismil
Çermik / Çermûg (Çêrmûge)
Çınar / Çinar
Çüngüş / Şankuş
Dicle / Pîran
Eğil / Gêl
Ergani / Erxenî
Hani / Hêne (Hêni)
Hazro / Hezro
Kocaköy / Karaz
Kulp / Pasûr
Lice / Licê
Silvan / Farqîn (Silîvan)
MARDİN / MÊRDÎN
İdil / Hezex
Nusaybin / Nisêbîn
Midyat / Midyad
Gerçüş / Gercews
Ömerli / Mehsert
Savur / Stewr
Mazıdağı / Şemrex
Derik / Dêrika Çiyayê Mazî
Kızıltepe / Koser (Qoser)
SİİRT / SÊRT
Aydinlar / Tillo
Baykan / Hawêl
Eruh / Dih
Garzan / Zok
Kurtalan / Misirc
Pervarî / Berwarî - Xezxêr
Şirvan / Xizxêr - Kufra
BATMAN / ÊLÎH
Sason / Qabilcewz
Kozluk / Hezo
Baykan / Xana Hewêl
Beşiri / Qûbîn
BİTLİS / BEDLÎS
Hizan / Xîzan
Mutki / Matkî
Tatvan / Tûx
Ahlat / Xêlat
Adilcevaz / Elcewaz
MUŞ / MÛŞ
Varto / Gimgim
Malazgirt / Milazgir
Bulanık / Kop
BİNGÖL / ÇEWLÎG
Adaklı / Azarpêrt
Genç / Dara Hênê - Dara Hênî - Gînc
Kığı / Gêxî
Karlıova / Kanîreş
Solhan / Bongilan - Bongilane
Yayladere / Xorxol
Yedisu / Çêrme
TUNCELİ / DÊRSIM
Çemişgezek/ Çemişgezek
Hozat / Xozat
Mazgirt / Mazgêrd
Nazimiye / Qisle
Ovacık / Pulur
Pertek / Pêrtag - Pêrtage
Pülümür / Pilemûrîye
SÎVAS / SÊWAZ
Koyulhisar / Koyûlhîsar
Suşehri / Sûşehrî
Zara / Koçgirî
İmranlı / Kamîlava
Hafik / Hafîk
Yıldızeli / Yildizelî
Şarkişla / Şarkişla
Gemerek / Gemerek
Kangal / Kangal
Gürün / Gurun
Divriği / Dîvrîxî
ERZÎNCAN / ERZÎNGAN
Tercan / Tercan
Çayırlı / Mansî
Refahiye / Gêrcanis
Kemah / Kemah
İliç / Îlîç
Kemaliye / Egîn
ERZURUM / ERZEROM
Karayazı / Gogsî
Hınıs / Xinûs
Tekman / Tatos
Çat / Çad
Aşkale / Aşkeleh
Pasinler / Hesenkeleh
Horasan / Xoresan
Narman / Îd
Tortum / Tortûm
İspir / Îspîr
Oltu / Oltî
Şenkaya / Olîlî
Olur / Olûr
KARS / QERS
Aralık / Başan
Iğdır / Îdir
Tuzluca / Tozan
Kağızman / Qaqizman
Sarıkamış / Qamuşan
Digor / Têkor (Dugor)
Selim / Selîm
Susuz / Cilawûz
Göle / Golan
Arpaçay / Zarûşad
Ardahan / Erdexan
Çıldır / Zûrzûnan
Hanak / Xenêk
Posof / Duxurr
AĞRI / AGIRÎ (GRÎDAX)
Patnos / Patnos
Diyadin / Giyadîn
Hamur / Xemûr
Tutak / Tutax
Eleşkirt / Zêdkan
Taşlıçay / Avkevir
Doğubeyazıt / Bazîd
VAN / WAN
Çatak / Şax
Gevaş / Westan
Gürpınar / Payîzava
Başkale / Elbak
Özalp / Qelqeliya
Muradiye / Bêgir
Erciş / Erdîş
Edremit / Artemêtan
HAKKARİ / COLEMERG
Şemdinli / Şemzînan
Çukurova / Çelê
Uludere / Qilaban
Yüksekova / Gever
Esendere / Bajêrgan
ŞIRNAK / ŞIRNEX
Kumçatı / Dêrgûl
Beytuşşebab / Bêşebab
Idil/ Hezex
Güçlükonak / Basan
Silopi / Girgê Amo
Cizre / Cîzra Botan
Gerger / Alduş
Çelikhan / Çîlikan
Kahla / Kalik
Gölbaşý / Serê Golan
Besni / Bêhiştî
Somsat / Şemîzînan
MALATYA / MELETÎ
Arapkir / Erebgir
Ağın / Axên
Hekimhan / Hekîmxan
Arguvan / Erxevan
Darende / arende
Akçadağ / Argan
Yeşilyurt / Çirmik
Pötürge / Şîro
Doğanşehîr / Wêranşar
MARAŞ / GUMGUM
Pazarcık / Pazarcix
Andirin / Andirîn
Göksun / Goksun
Afşin / Avşîn
Elbistan / Elbîstan
Turkoğlu / Kurdoxolî
ANTEP / DÎLOK
Kilis / Kîlîs
Nizip / Belkîs
Oğuzelî / Tîlbîşar
Islahiye / Îslahiye
Yavuzelî / Çînçîn
Araban / Ereban
URFA / RIHA
Ceylanpınar / Serê Kanî
Viranşehir / Wêranşar
Akçokale / Kahniya Xezalan
Suruç / Pirsus
Birecik / Bêrecûk
Halfetî / Xelfetî
Bozova / Heweng
Hilvan / Curnê Reş
Siverek / Girê Sor
ELAZIĞ / XARPÊT
Ağın / Axin
Alacakaya / Xulaman
Arıcak / Mîyaran
Baskil / Baskîl
Karakoçan / Dep - Depe
Keban / Keban
Kovancılar / Qovancîyan
Maden / Maden
Palu / Pali
Sivrice / Sîvrîce
DİYARBAKIR / AMED (AMÎDA - DIYARBEKIR)
Bismil / Bismil
Çermik / Çermûg (Çêrmûge)
Çınar / Çinar
Çüngüş / Şankuş
Dicle / Pîran
Eğil / Gêl
Ergani / Erxenî
Hani / Hêne (Hêni)
Hazro / Hezro
Kocaköy / Karaz
Kulp / Pasûr
Lice / Licê
Silvan / Farqîn (Silîvan)
MARDİN / MÊRDÎN
İdil / Hezex
Nusaybin / Nisêbîn
Midyat / Midyad
Gerçüş / Gercews
Ömerli / Mehsert
Savur / Stewr
Mazıdağı / Şemrex
Derik / Dêrika Çiyayê Mazî
Kızıltepe / Koser (Qoser)
SİİRT / SÊRT
Aydinlar / Tillo
Baykan / Hawêl
Eruh / Dih
Garzan / Zok
Kurtalan / Misirc
Pervarî / Berwarî - Xezxêr
Şirvan / Xizxêr - Kufra
BATMAN / ÊLÎH
Sason / Qabilcewz
Kozluk / Hezo
Baykan / Xana Hewêl
Beşiri / Qûbîn
BİTLİS / BEDLÎS
Hizan / Xîzan
Mutki / Matkî
Tatvan / Tûx
Ahlat / Xêlat
Adilcevaz / Elcewaz
MUŞ / MÛŞ
Varto / Gimgim
Malazgirt / Milazgir
Bulanık / Kop
BİNGÖL / ÇEWLÎG
Adaklı / Azarpêrt
Genç / Dara Hênê - Dara Hênî - Gînc
Kığı / Gêxî
Karlıova / Kanîreş
Solhan / Bongilan - Bongilane
Yayladere / Xorxol
Yedisu / Çêrme
TUNCELİ / DÊRSIM
Çemişgezek/ Çemişgezek
Hozat / Xozat
Mazgirt / Mazgêrd
Nazimiye / Qisle
Ovacık / Pulur
Pertek / Pêrtag - Pêrtage
Pülümür / Pilemûrîye
SÎVAS / SÊWAZ
Koyulhisar / Koyûlhîsar
Suşehri / Sûşehrî
Zara / Koçgirî
İmranlı / Kamîlava
Hafik / Hafîk
Yıldızeli / Yildizelî
Şarkişla / Şarkişla
Gemerek / Gemerek
Kangal / Kangal
Gürün / Gurun
Divriği / Dîvrîxî
ERZÎNCAN / ERZÎNGAN
Tercan / Tercan
Çayırlı / Mansî
Refahiye / Gêrcanis
Kemah / Kemah
İliç / Îlîç
Kemaliye / Egîn
ERZURUM / ERZEROM
Karayazı / Gogsî
Hınıs / Xinûs
Tekman / Tatos
Çat / Çad
Aşkale / Aşkeleh
Pasinler / Hesenkeleh
Horasan / Xoresan
Narman / Îd
Tortum / Tortûm
İspir / Îspîr
Oltu / Oltî
Şenkaya / Olîlî
Olur / Olûr
KARS / QERS
Aralık / Başan
Iğdır / Îdir
Tuzluca / Tozan
Kağızman / Qaqizman
Sarıkamış / Qamuşan
Digor / Têkor (Dugor)
Selim / Selîm
Susuz / Cilawûz
Göle / Golan
Arpaçay / Zarûşad
Ardahan / Erdexan
Çıldır / Zûrzûnan
Hanak / Xenêk
Posof / Duxurr
AĞRI / AGIRÎ (GRÎDAX)
Patnos / Patnos
Diyadin / Giyadîn
Hamur / Xemûr
Tutak / Tutax
Eleşkirt / Zêdkan
Taşlıçay / Avkevir
Doğubeyazıt / Bazîd
VAN / WAN
Çatak / Şax
Gevaş / Westan
Gürpınar / Payîzava
Başkale / Elbak
Özalp / Qelqeliya
Muradiye / Bêgir
Erciş / Erdîş
Edremit / Artemêtan
HAKKARİ / COLEMERG
Şemdinli / Şemzînan
Çukurova / Çelê
Uludere / Qilaban
Yüksekova / Gever
Esendere / Bajêrgan
ŞIRNAK / ŞIRNEX
Kumçatı / Dêrgûl
Beytuşşebab / Bêşebab
Idil/ Hezex
Güçlükonak / Basan
Silopi / Girgê Amo
Cizre / Cîzra Botan
şeyh saîd île beraber îdam edîlen arkadasları
şeyh saîd île beraber îdam edîlen arkadasları
ŞEYH SAİD KIYAMI:
21 şubatta Bitlis, Diyarbakır, Dersim, Elazığ, Ergani, Genç, Hakkari, Mardin, Muş, Siirt, Siverek, Urfa, Van illeriyle, Erzurum ilçesi Kığı (şimdi Bingöl'e baĝlı) ve Hınıs ilçelerinde sıkıyönetim ilan edilmiş olmasına raĝmen, T.C. ordu kuvvetleri bir üstünlük sağlayamadı. Bunun üzerine Fethi Bey Okyar başkanlığındaki hükümet istifa etmek zorunda kaldı. 3 martta başbakanlık görevinin İsmet Paşa'ya (İnönü) verilmesinden bir gün sonra, Takrir-i Sükun Kanunu çıkarıldı ve biri Ankara'da, diğeri kıyam (Kurdistan) bölgesinde olmak üzere iki İstiklal Mahkemesi kurulmasına karar verildi.
Îsyan (kıyam) bölgesi İstiklal Mahkemesi, başkanı Giresun Mebusu Hacim Muhiddin (Çarıklı), savcı Karesi Mebusu Ahmet Süreyya (Özgeevren), üyeler Kozan Mebusu Ali Saib (Ursavaş), Kırşehir Mebusu Lütfi Müfit (Özdeş) ve yedek üye Bozok Mebusu Avni'den (Doğan) oluşuyordu. Hacim Muhiddin'in göreve başlamadan istifa etmesi üzerine, mahkeme başkanlığına Denizli Mebusu Mazhar Müfit (Kansu) getirildi. İsmet Paşa'nın 21 martta verdiği önergenin Mecliste kabul edilmesiyle, İstiklal Mahkemesi'nin verdiği kararların temyiz yolu sanıklara kapatılırken, idam cezalarının uygulanmasında ordu, kolordu, bağımsız tümen veya müstahkem mevki komutanlarının onayı yeterli görüldü.
7 mart gecesi Diyarbakır'a saldırıya geçen Şeyh Said kuvvetlerinin, yoğun topçu ateşi karşısında kenti alamadan geri çekilmesinin ardından, kıyamın kaderi değişir. Toparlanıp her cephede saldırıya geçen T.C. ordu güçleri bazı hain kürdlerden de destek alarak, Kürd güçlerini yenilgiye uğrattı. Daha sonra Muş'un Varto ilçesi yakınlarında Abdurrahman Paşa köprüsünde sıkıştığını gören Şeyh Said, daha fazla kan dökülmemesi için yanındaki grupla birlikte Varto'da Osman Nuri Paşa'ya (Koptagel) teslim olmaya karar verir. Paşa'ya yolladıkları, teslim olacaklarına dair tezkere üzerine gelen askerler ve milisler tarafından silahsızlandırılır ve Varto'ya giderek 1925 yılı 14-15 nisan gecesi teslim olurlar.
YARGILAMA VE İNFAZ:
12 Nisanda 1925 de Diyarbakır'a gelen isyan (Kurdistan) bölgesi İstiklal Mahkemesi heyeti, birkaç gün içinde idamla sonuçlanacak olan Seyid Abdülkadir, Dr. Fuat ve Şeyh Eyüb'ın davalarına baktıktan sonra, 26 Mayıs'ta Şeyh Said'in davasına başladı.
81 sanığın bulunduğu duruşmalar Diyarbakır'daki bir sinema salonunda yapıldı. Savcıya göre, ayaklanma (kıyam) dış görünüş itibariyle şeriatçı olarak görünmesine karşın, "asıl hüviyeti, iç bünyesi, ruhu ve tertipçilerin maksat ve gayesi bakımından ise tamamen bir Kürt milliyetçiliği, Kürt devlet ve hükümetçiliği olmaktan başka bir şey değildi."
Bir ay kadar süren duruşmalar 28 haziranda sonuçlandı. Şeyh Said'in de aralarında bulunduğu 46 kürd şahsiyet idama mahkum edildi. İdamların infazı 28-29 Haziran gecesi yapıldı. İnfaz gecesinin en önemli özelliği, idamların bir kitle gösterisi şeklinde yapılması ve şeyhlerin iplerinin cellat yerine, toplumun çeşitli kesimlerinin temsilcileri (gazeteciler dahil) tarafından çekilmesiydi. Basında bu durum "matbuat, tayyareciler, muhabereciler, şoförler namına, bu gruba mensup biri tarafından bir şeyh ipe çekildi" ve "mahkumların çezasını halk verdi" sözleriyle yer aldı.
Mahkeme ve infaz sahasına ilişkin olarak gazetelerde yer alan haberlere göre, Şeyh Said ve hakimlerin ilginç bir "diyaloğ" içinde olduğunu göstermektedir. Sorgu sırasında kendisine "Şeyh hazretleri" şeklinde hitap eden heyet üyelerine Şeyh Said de, serbest bırakıldığında Hınıs'ta kuzu çevirmeyi teklif edecek kadar "samimi" davranmış, darağacına giderken, "Beni mi çok sevdin, yoksa diğer hakimi mi" gibi şakalaşmalar sürmüştür. Bu da gösteriyor ki Şeyh Said'e perde arkasında çok söz verilmişti. Verdikleri sözler arasında "Eĝer mahkeme esnasında, sadece din adına hareketi başlattıĝını, bu hareketin bir kürd hareketi olmadını söylese, kendilerini iki yıl içinde serbest bırakacakları ve kimseyi idam etmeyecekleri" idi. Buna inanan Şeyh Said' de, mahkemede sadece din adına kıyamı başlattını söylemiştir.
T.C. bu oyunlarını daha sonra gerek Seyyid Rıza ve gerekse Abdullah ****** davalarında da bir kez daha sahneledi. Ne yazik ki kürdler bütün bu oyunlara bakıp ibret alacakları yerde, hala T.C. nin yalan ve oyunlarına kanmakta ve ders alamamaktadırlar.
.................... .................... .................... .................... ............
Cumhuriyet Gazetesi'nin muhabiri olan Doĝan'ın 30-Haziran-1925 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan yazısını yorum yapmadan aynen yayınlıyoruz. Umarız ki, okuyucularımız bu tarihi belgeden bir ders çıkaracaktır!...
.................... .................... .................... .................... ............
Şeyh Said ve arkadaşlarının idam sahnesi
Şeyhlere hem paralı isyan ve hiyanetlerinin ceza-i sezasını çektirler.
Şeyh Said ile yardımcısı kırkaltı kişi dün sabah Diyarbekir’de idam edildiler.
Bir Türk ölddürmekle yetmiş kafir öldürmek kadar sevaba girileceğine kani olan hainlerin idamı halk ve asker tarafından memnuniyet tezahüratı karşılandı.
Diyarbekir 29, saat 9.25 Muhbir mahsusumuzdan biz Diyarbekir’deki İstanbul gazetecileri tarihi geceyi birlikte yaşadık. İktisaslarımızı beraber yazdık. Saat 2.00 de Şeyh Said ile kırkaltı arkadaşını astık. Avdet ettik. Astık diyoruz, çünkü vatan hainlerini hüküm giydiklerinden, son nefeslerini verinceye kadar münevver zabitan mefkure uğruna döğüşen askerlerimiz, halk hatta kadınlarımız adım adım takip ettiler. Milli heyecan içinde hükmün infazına yardımda bulundular. Mehmetçikler vecd içinde ileri çıktılar. Beyler ve Şeyhler inkilabımızın kahar fakat adil karar ile asırlardan beri icra ve devam ettikleri zulüm ve fecayinin cezasının ilk defa gördüler. Mahkemede biz, tekelerin ve zavayanın sed ve ilgası kararını inkılapçı vatanperverlik göklerinden doğan samimi heyecan ve alkışların şevki ile titrerken, bütün Şeyhler sararmış gözlerinde fer ve yüzlerinde kan kalmamıştı. Karar okunurken matbuat levhasında yan yana oturuyoruz. Samiîn
(dinleyiciler ) her zaman fazla. Kadınlar tarafından her zamanki gibi gürültü duyulmuyor. Mazhar Müfit Bey idam edileceklerin isimlerini gür bir sesle sayarken, tasvipkar nazarlar isimler söylenirken parlıyordu. Avsunlarla hakimlerin dillerini bağlayamıyacaklarını nihayet idrak eden Şeyhler, bu son celsenin tarihi anında okuyup üflemekten vazgeçmişlerdi. Beraat edenler mesrur (sevinmiş) çıktılar. Reis veciz hitabesinden sonra mahkumları götürünüz emrini verdi. Levhalar boşalmakta. Kadınlar dağılmaya başladı. Neferler gelip mahkumları kelepçelemeye başladılar. Kelepçeler, Şeyh Said’in kara yüzünden daha kara olan ellerini gayrı ihtiyari bir inkıyad (boyun eğme) ile genç bir jandarma, Kürdistan tahtına bedel idam sehpasına çıkan ve ceza-i sezasını bulmuş olan Şeyh Said zabitine uzandı. Bir anda kolları kelepçelenmişti. Hanımlar bir çoğu kalkmışlar fakat gitmiyorlardı. Bir zabit, „Hanımlar gidiniz“, diye haykırdı.
Asılacakların elleri kelepçelendiği vakit, salon boşalmıstı. Yalnız levhamızda yan yana biz muhabirler duruyorduk. Gözlerimizin sevinç parıltısı sanki şimşek çakıyor. Söz söyleyemiyoruz. Çok adil bir kararla cezalarını bulacak, olanların hali ile mest olmuş gibiyiz. Hepsi şanaatlarının, melanetlerinin ağırlığı altında kıvranıyorlar. Şeyh Abdullah zebani gibi gözlerini kayınpederine dikmiş, „Bu herifin narına yandık“ diye mırıldanıyordu.
Önümüzde oturan bir diğer hain şaşkınlık içinde bize hitap ederek, „ Ruslarla çarpışırken yaralanmıştım. Keşke o zaman babam gibi şerefimle ölseydim,“ diyordu.
Bir taraftan bütün bunlar söylenirken, diğer taraftan hapishane müdürü Osman Bey vurmakta devam ediyordu. Meşhur Hasan Fa bir kenarda ellerine esir düşen zabitanın verdiği elbiselerin miktarını hesaplıyor, kenarda Hilmi hayatını milli mücahidedeki hizmetini nazar-ı dikkate alarak adalet gösteren İstiklal Mahkemesi´nin kutsi adaletine medyun (borçlu), cigarasını tellendiriyordu.
Hapishanede Son Gece:
Hainlerin hepsi kelepçelendikten sonra, hainlere yürü emri verildi. Başta Şeyh Said olmak üzere bu kafile askerlerimizin parlak ve şerefli süngüleri arasında Diyarbekir´in geniş caddesinde yol almaya başladılar. Geniş nefes alan halk, damları bile doldurmuşlar, kin ve garaz ifade ediyorlardı.
Mahkumlar Hapishaneye Girdikten Sonra (1.08 ):
Mahkeme heyeti çalıştığı dairenin koridorunda dolaşıyordu. Müddeiumumi Süreyya Bey diyorki hakimlere: „ İtirazımız yoktur. Hüküm bu gece infaz edilecektir. “Gazetelerimize vereceğimiz haberleri sessizce yazıyoruz. Sessizce telgrafhaneye gidiyoruz. Sessiz yemek yiyoruz. İçimizde ifade edemediğimiz bir sevinç çalkalanıyor. Kahr ve tedmir edilen irtica-ı ezmekten mütevellik bir gurur duyuyoruz.
İdam Sabahı Hapishanede Şeyh SAİD :
Hapishanenin kapısından girdik. Merdivenleri çıktık. Şeyh SAİD hücresinde yalnız. Hapishane müdürü Osman Bey´e hesap veriyor ve soruyor. Fakat uhrevi değil dünyevi galalerle meşgul. Arkasında bırakacağı altınların hırsı gözlerini yormuş. Bizi tanıyamadı. Ancak şeyh efendi hesabına oturdu. Gördükten sonra bizi tanıyabildi. Oturdu, vasiyet yazdı. Paralarını teslim etti. Bizi de şahit gösterdi. „Paraları evlatlarıma teslim ediniz,” dedi.
- „ Kaç evladınız var ? „
- „ On. „
Evvela kızlarının isimlerini saydı.
- „ Aişe, Hayriye, Azize, Fatime, Fahine...“
Son isimde terddüdü görünce, kağıdı alıp kendisi yazdı...
-„ Fahine „ , dedi.
Sonra oğulları boğulan Gıyaseddin, Kaçan Ali Rıza, Selahaddin ile küçük Ahmet ve Abdulhalik´in isimlerini mırıldandı. Göğüs geçirip,
- „ Karılarım Fatime ve Nezihe „ , dedi.
Fakat nerede olduklarını söylemedi. Kendisine uzattığımız sigarayı aldı.
Şeyh SAİD´in Yazdıkları:
Defterimize birşey yazmak istedi. Şunu yazdı. „Vela ubali bisabi bi fucuzi reddi inkane mesrei fillahi ve fiddin Mehmet SAİD NAKŞİBENDÎ" (Siz başıma gelenlerle uğraşmayı bırakın, umurumda değil. Bana verilen cezadan kurtulmak için hiçbir gayret de göstermiyorum. Önemli olan gittiğim yolun Allah ve din yolu olmasıdır. Arapça´dan bu tercüme tarafımızdan yapılmıştır). Bu cümle „ asıldığıma hiç acıma, zira Allah ve din uğruna „ demek imiş. Daha bir şey yazdırmak istedim red etti.
Umumi koğuştaki mahkumları merkez hastahanesi nöbetçi doktoru Yüzbaşı Cemil Bey muayene ediyordu. Kapıdan girince boğuk mırıltılarla karşılaştık. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Kırkaltı kişi dolaşıyordu. Evvela dikkatimize çarpan şey bu melunların müstekreh hırsı olmuştu. Bunlar dini, Allahı, evladı ve ailelerini unutmuşlar, paralarını, ağırlıkların tabalaranını gizlemeye çalışıyorlardı. Yağma ettikleri paraları yemediklerinden dolayı birbirleri ile dertleşiyorlardı. Evvela Şeyh Ali´ye yaklaştık. İğrenç hastalığını sorduk, utanmadan,
- „ Bir gece ayazda kaldım belim üşüdü „ , dedi.
Keza Ali Rıza da aynı hastalıktan mesabdı (yakalanmıştı). Gazel söyleyen Arab ABDİ`ye belun kamitacı Şeyh ŞERİF.
-„ Sus be herif „ ,diye haykırdı.
Şeyh İsmail Kahveciye olan ondört kuruş borcunu vermemizi söyledi. Meşhur Hasan FAKİH`e Jandarma Avni´nin elinden aldığı seksen sansar derisinden ahınarak sözediyordu. Şeyh Abdullah bizden sigara istedi. Verdik.
- „ Yazdık „ , dedi. „ Biz hainlere uyduk, başkası uymasın. „
Siyaset Meydanında :
Saat 12.00 de muhafız bölük kumandanı Nafiz bey’in ince fakat sert sesi,
-´´Haydi bakalım bir bir çıkınız``, dedi.
Kapının önünde bölük zincirlenmişti. Hafıf ılık bir rüzgâr esiyor. Dağınık bulutlardan sıyrılan ay, bir lüks lambasının yardımı ile siyasetgaha gidenleri bunu tanıtıyordu. Hepsi bir birine yaslanmış, öne Hasan Fa tesadüf etmişti.Aralarındaki merasim kalkmıştı. Şeyh Said araya bağlanmıştı. Hanili Salih mertlik tavsiye ediyordu. Mustafa’nın oğlu Mahmut laşıyordu. Diyarbekir’in kehine surları üstünden bakarak, bu diyarda adaletin, hakkın ilk defa tezahürüne şahit olan ay gülümsüyor gibiydi. Kafile yol almaya başlarken bütün Diyarbekir halkının aşina olduğunu munis bir ses duyuluyordu.
Şeyh Said,
-"Etme,etme",
Saib bey,
-´´Şeyh Said nerede ? „
Şeyh bu sesi tanıdı.
-„ Saib Bey „ ,dedi, „ hani ya, doğruyu söylersem kurtaracaktın ? „
Saib Bey`in dudaklarının ucundan pek nadir ayrılan tebessüm belirdi.
- „ Ne yapalım Said efendi, seninle Hınıs´ta kuzu yiyemedik. „
Şeyh Said kurtulursa herkese kuzu ziyafeti vaad etmişti. Dedi ki,
- „ Ben doğru söyledim, cezamı tahfif ( hafifletme ) etmeliydiniz.
Saib Bey dedi ki,
-"Şeyh efendi bundan daha hafif ceza olur mu?"
-"Bundan daha ağırını söyle bakalım Saib Bey?"
Şeyh meh bu sözleri söylüyor, hem de gülüyordu. Sonra ilave etti.
-"Artık kuzu falan kalmadı. Ne olurdu Edirne'de yüzbir sene verseydin?"
Saib Bey'in birden tebessümü kesildi, munis sesi gürleşti, vakur ve muhtez(?),
-"Bu kadar Türk kanının dökülmesine ve ocakların sönmesine sebep oldun, cezanı çekeceksin dedi."
Said gülümsüyor, bir şeyler mırıldanıyor ve yürüyor. Çok yıldızlı semadan ay, mehmetçiklerin süngülerine nurdan hale oluyor. Kalabalık kitlenin ayak sedasından başka bir ses duyulmuyor. Siverek kapısından çıktık. Ötede kırkyedi sehpanın muhip hayaletleri görüldü. Kolordu Kumandanı Mürsel paşa, Vali Mithat Bey, İstiklal mahkemesi azasından Lütfi Müfit Bey, Diyarbekir mebusları Cavit ve şeref Beyler, bir çok zabitan ve halk ile karşılaştık. Geriden "Bir Türk öldürmekle yetmiş gavur öldürülmüş kadar teviye(?) girileceğini" kani olan vatan ve millet, teceddüt ve terakki düşmanları geliyordu. Yüz on gün evvel aynı mevkide mehmetçikleri boğazlayanlar, ne kutsi tecellidir ki mehmetçiklerin süngüleri arasında malenatlerinin cezasını bulmaya geliyorlardı. Sardın (?) etrafına toplaşıldı. Bu esnada göğsümüzü fazla gurur ve samimi heyecan ile kabartan bir manzara gördük. Halkın arasında zabit haremleri vardı. Vatan uğruna evlatlarını, babalarını kurban vermeye bila tereddüt rıza gösteren vatanın öz kızları bile dökülen kardeş kanlarının ödendiğini gözleri ile görmek istemişlerdi.
-"Ruzi mahşerde mahkeme olacağız", demiş Said.
Said, Saib Beye hitaben dediki,
-"Seni severim ama, Ruzi mahşerde mahkeme olacağız."
Lütfü Müfit Bey sordu,
-"Beni mi çok seversin Saib'i mi?"
Seşh Said gülümsedi,
-"Saib Beyi sonra seni. Seninle çok sevişmiştik. Reisten Allah hoşnut olsun, en sevdiğim Süreyya Bey'dir."
Heyecanla dedi ki, (Saib Bey)
-"Ruzi cezada adil hakimlerimizle öldürdüğün masum çocuklar, ocaklarını sürdürdüğün biçarelerle mahkeme edileceksin."
Said mırıldandı,
-"Boynuzsuz keçinin ahını boynuzludan alırlar", dedi.
Mürsel dedi ki,
"Türklerin en büyük düşmanı, Türkiye'yi ezmek isteyen kimdi?"
Şeyh Said bila tereddüt cevap verdi,
-"İngilizler'dir. "
-"O halde niye bu işi yaptınız? Din kalktı diyorsun, namazını kılmıyor mi idin? Camilerde ezan okunmuyor mu idi?"
Şeyh Said ibadete kimsenin karışmadığını, ezan okunduğunu itiraf etti. Alışıla gelmiş köhne mefkuresinden buruşukluklarla, şüphelerle karışık beyninden geçen günlerin gelecek geceden farkı yok hükmünü veren hükmünü dimağından siyalar gibi oldu.
-"Ahmet Zihni bey Futuhat-ı İslamiyesinde yazılıdır. Mehdi'nin hurucunda Türkler üçyüzbin azker vereceklerdir. Anlaşılıyor ki Türkiye kiyamete kadar (islamiyeti) koruyacaktır.
Şeyh Said bir müddet düşündü başını eğdi,
-"Fena yaptık. Bundan sonra iyi olur inşallah", dedi ve bu son sözü oldu.
Sehpaı adaletin gömleğini giydirdiler. Sessiz yürüdü. Sesini çıkarmadan asıldı. Son nefesini verince etrafı alkışlarla çınladı. Kadınlar gönülden kopan bir sesle,
-"Kahrol", diye haykırdılar.
Kulağımın dibinde bir ses,
-"Hani alçağın kerameti, ipi bile kopmadı", diye bağırdı.
Şeyh asılıncaya kadar yirmi kişi daha dar ağacına çekilmişti. Seyre gelen halk ilmiğini bir şeyhin boynuna geçirmek için birbirleriyle cenkleşiyorlar, müsabaka ediyorlardı. Aslan bir nefer Şeyh Ali'nin boynuna bizzat ilmiğini geçirdi ve ipi çekti,
-"Şehit düşen kardeşlerimin kanını ödedin", dedi.
Bundan sonra matbuat, tayyareciler, muhabereciler, şoförler namına bir guruba mensup biri tarafından bir şeyh ipe çekildi.
-"İpi çeken var, nidaları, kadınların,"
-"Yaşa", sesleriyle alkışlandı.
Vatanı parçalamak, Cumhuriyetten feyz alarak nuşu numa bulan mefküreyi çürütmek isteyenlere millet bu suretle cezasını kendi elleriyle verdi. İki saat zarfında kırkyedi kişi asıldı. Ertesi öğleye kadar ahali meydana giderek meslubları seyrettiler. Mutaassıb bazı kimseler, Şeyh Said asılırken evler yıkılacak, hareketi eder olacak korkusuyla geceyi dışarda
geçirmişler. Şeyh asıldı fakat bir ev yıkıldığına dair menüz malumat yoktur.
Herkes sürur (?) vatanpervane ile avdet ediyordu. Dünyada en büyük zekvi hakkın tecellisini görmek, mazlumun susturulan ahı zalimin ettiğini bulması kadar insanın ruhunu mest eden, kalbe hakiki sevinç veren bir şey olamaz. İşte hakkın tecellisini gördük. Diyarbekir'in karanlık ve tenha sokaklarından geçerek eve dönerken, sürurumuzu tahlil ediyoruz, diyoruz ki, Şeriat ve din namına geçtiği yerde ölüm, elem bırakan ocaklar söndürüp, aileler yıkan mahkumların cezasını halkı verdi. Sönsöz olarak şunu ilave ediyoruz, "halkın verdiği ceza hakkın verdiği cezadır."
*SERBESTÎ Aylık Siyasî Fikir Dergisi, 2. Sayısından alımıştır.
ÎDAM EDİLEN ÖNEMLİ KÜRT LİDERLERİNİN SON SÖZLERI*
ŞEYH SAİD: Dünya yaşantımın sonu geldi. Ulusum için kurban edildiğimden dolayı pişmanlık duymuyorum. Yeter ki torunlarımız bizi düşmanlarımızın önünde mahcup bırakmasınlar.
HINISLI XALİD CİBRİ BEY: Karşınızda yalnız değilim. Arkamda İran, Mezapotamya ve Türkiye'de muazzam bir Kürt ulusu bulunmaktadır. Bugün beni asıyorsunuz, fakat hiç şüphemiz yoktur ki yarın torunlarımız de sizleri yok edeceklerdir.
ŞEYH ABDÜLKADİR(SENATÖR): Zaten sizler yakma ve yıkma konusunda büyük bir şöhrete sahipsiniz. Burasını da Kerbela'ya çevirdiniz. Şunu biliniz ki dehşet ve insafsızca sömürü ile şan ve şeref kazanılmaz. Yok olsun Türkler!...
YUSUF ZİYA BEY(Bitlis Milletvekili): Bize mevki ve rütbe bahşetmek suretiyle bizi aldatabilirsiniz endişesi içindeydim. Şükür Allah'a ki bizi mermi ve iple karşılıyorsunuz ve bundan dolayı biz hiç pişman değiliz. Verdiğiniz ders sayesinde torunlarımız öcümüzü alacaklardır.
DOKTOR FUAD BEY (Diyarbekir'li): Vatanım için yiğitçe kurban olmayı daima düşünürdüm. Şüphesiz ki asılmakta olduğumuz bu toprağa bağımsızlık bayrağı dikilecektir.
AVUKAT TEVFİK BEY (Diyarbekir'li): Cesedimi bütün dünyaya gesteriniz ve herkes bilsin ki kişisel haklar için değil, ulusal haklar için savaşıyorum. Yaşasın Kürdistan!...
KOÇZADE ALİ RIZA BEY (Bitlis'li): Elimdeki silahı ulusuma karşı kullanmayıp düşmanımız Türk'e karşı yöneltmiş olduğumdan dolayı mutluyum. İşte şimdi hayatımı Kürtlük için kurban ediyorum.
ŞAİR MOLLA ABDURRAHMAN (Siirt): Sefiller!... Sizi ayağımızın altında çok alçak ve küçük görüyorum. Biliniz ki Kürt bir ağaç değildir, ölür fakat eğilmez!..
HANİZADE ŞAİR KEMAL FEVZİ (Bitlis'li): Cennet Kürdistan bizimdir. Ev sahibi biziz ve kim ne derse desin biz yine içeri gireceğiz, buna hiç bir güç engel olamaz, çünkü O bizimdir....
ŞEYH SAİD KIYAMI:
21 şubatta Bitlis, Diyarbakır, Dersim, Elazığ, Ergani, Genç, Hakkari, Mardin, Muş, Siirt, Siverek, Urfa, Van illeriyle, Erzurum ilçesi Kığı (şimdi Bingöl'e baĝlı) ve Hınıs ilçelerinde sıkıyönetim ilan edilmiş olmasına raĝmen, T.C. ordu kuvvetleri bir üstünlük sağlayamadı. Bunun üzerine Fethi Bey Okyar başkanlığındaki hükümet istifa etmek zorunda kaldı. 3 martta başbakanlık görevinin İsmet Paşa'ya (İnönü) verilmesinden bir gün sonra, Takrir-i Sükun Kanunu çıkarıldı ve biri Ankara'da, diğeri kıyam (Kurdistan) bölgesinde olmak üzere iki İstiklal Mahkemesi kurulmasına karar verildi.
Îsyan (kıyam) bölgesi İstiklal Mahkemesi, başkanı Giresun Mebusu Hacim Muhiddin (Çarıklı), savcı Karesi Mebusu Ahmet Süreyya (Özgeevren), üyeler Kozan Mebusu Ali Saib (Ursavaş), Kırşehir Mebusu Lütfi Müfit (Özdeş) ve yedek üye Bozok Mebusu Avni'den (Doğan) oluşuyordu. Hacim Muhiddin'in göreve başlamadan istifa etmesi üzerine, mahkeme başkanlığına Denizli Mebusu Mazhar Müfit (Kansu) getirildi. İsmet Paşa'nın 21 martta verdiği önergenin Mecliste kabul edilmesiyle, İstiklal Mahkemesi'nin verdiği kararların temyiz yolu sanıklara kapatılırken, idam cezalarının uygulanmasında ordu, kolordu, bağımsız tümen veya müstahkem mevki komutanlarının onayı yeterli görüldü.
7 mart gecesi Diyarbakır'a saldırıya geçen Şeyh Said kuvvetlerinin, yoğun topçu ateşi karşısında kenti alamadan geri çekilmesinin ardından, kıyamın kaderi değişir. Toparlanıp her cephede saldırıya geçen T.C. ordu güçleri bazı hain kürdlerden de destek alarak, Kürd güçlerini yenilgiye uğrattı. Daha sonra Muş'un Varto ilçesi yakınlarında Abdurrahman Paşa köprüsünde sıkıştığını gören Şeyh Said, daha fazla kan dökülmemesi için yanındaki grupla birlikte Varto'da Osman Nuri Paşa'ya (Koptagel) teslim olmaya karar verir. Paşa'ya yolladıkları, teslim olacaklarına dair tezkere üzerine gelen askerler ve milisler tarafından silahsızlandırılır ve Varto'ya giderek 1925 yılı 14-15 nisan gecesi teslim olurlar.
YARGILAMA VE İNFAZ:
12 Nisanda 1925 de Diyarbakır'a gelen isyan (Kurdistan) bölgesi İstiklal Mahkemesi heyeti, birkaç gün içinde idamla sonuçlanacak olan Seyid Abdülkadir, Dr. Fuat ve Şeyh Eyüb'ın davalarına baktıktan sonra, 26 Mayıs'ta Şeyh Said'in davasına başladı.
81 sanığın bulunduğu duruşmalar Diyarbakır'daki bir sinema salonunda yapıldı. Savcıya göre, ayaklanma (kıyam) dış görünüş itibariyle şeriatçı olarak görünmesine karşın, "asıl hüviyeti, iç bünyesi, ruhu ve tertipçilerin maksat ve gayesi bakımından ise tamamen bir Kürt milliyetçiliği, Kürt devlet ve hükümetçiliği olmaktan başka bir şey değildi."
Bir ay kadar süren duruşmalar 28 haziranda sonuçlandı. Şeyh Said'in de aralarında bulunduğu 46 kürd şahsiyet idama mahkum edildi. İdamların infazı 28-29 Haziran gecesi yapıldı. İnfaz gecesinin en önemli özelliği, idamların bir kitle gösterisi şeklinde yapılması ve şeyhlerin iplerinin cellat yerine, toplumun çeşitli kesimlerinin temsilcileri (gazeteciler dahil) tarafından çekilmesiydi. Basında bu durum "matbuat, tayyareciler, muhabereciler, şoförler namına, bu gruba mensup biri tarafından bir şeyh ipe çekildi" ve "mahkumların çezasını halk verdi" sözleriyle yer aldı.
Mahkeme ve infaz sahasına ilişkin olarak gazetelerde yer alan haberlere göre, Şeyh Said ve hakimlerin ilginç bir "diyaloğ" içinde olduğunu göstermektedir. Sorgu sırasında kendisine "Şeyh hazretleri" şeklinde hitap eden heyet üyelerine Şeyh Said de, serbest bırakıldığında Hınıs'ta kuzu çevirmeyi teklif edecek kadar "samimi" davranmış, darağacına giderken, "Beni mi çok sevdin, yoksa diğer hakimi mi" gibi şakalaşmalar sürmüştür. Bu da gösteriyor ki Şeyh Said'e perde arkasında çok söz verilmişti. Verdikleri sözler arasında "Eĝer mahkeme esnasında, sadece din adına hareketi başlattıĝını, bu hareketin bir kürd hareketi olmadını söylese, kendilerini iki yıl içinde serbest bırakacakları ve kimseyi idam etmeyecekleri" idi. Buna inanan Şeyh Said' de, mahkemede sadece din adına kıyamı başlattını söylemiştir.
T.C. bu oyunlarını daha sonra gerek Seyyid Rıza ve gerekse Abdullah ****** davalarında da bir kez daha sahneledi. Ne yazik ki kürdler bütün bu oyunlara bakıp ibret alacakları yerde, hala T.C. nin yalan ve oyunlarına kanmakta ve ders alamamaktadırlar.
.................... .................... .................... .................... ............
Cumhuriyet Gazetesi'nin muhabiri olan Doĝan'ın 30-Haziran-1925 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan yazısını yorum yapmadan aynen yayınlıyoruz. Umarız ki, okuyucularımız bu tarihi belgeden bir ders çıkaracaktır!...
.................... .................... .................... .................... ............
Şeyh Said ve arkadaşlarının idam sahnesi
Şeyhlere hem paralı isyan ve hiyanetlerinin ceza-i sezasını çektirler.
Şeyh Said ile yardımcısı kırkaltı kişi dün sabah Diyarbekir’de idam edildiler.
Bir Türk ölddürmekle yetmiş kafir öldürmek kadar sevaba girileceğine kani olan hainlerin idamı halk ve asker tarafından memnuniyet tezahüratı karşılandı.
Diyarbekir 29, saat 9.25 Muhbir mahsusumuzdan biz Diyarbekir’deki İstanbul gazetecileri tarihi geceyi birlikte yaşadık. İktisaslarımızı beraber yazdık. Saat 2.00 de Şeyh Said ile kırkaltı arkadaşını astık. Avdet ettik. Astık diyoruz, çünkü vatan hainlerini hüküm giydiklerinden, son nefeslerini verinceye kadar münevver zabitan mefkure uğruna döğüşen askerlerimiz, halk hatta kadınlarımız adım adım takip ettiler. Milli heyecan içinde hükmün infazına yardımda bulundular. Mehmetçikler vecd içinde ileri çıktılar. Beyler ve Şeyhler inkilabımızın kahar fakat adil karar ile asırlardan beri icra ve devam ettikleri zulüm ve fecayinin cezasının ilk defa gördüler. Mahkemede biz, tekelerin ve zavayanın sed ve ilgası kararını inkılapçı vatanperverlik göklerinden doğan samimi heyecan ve alkışların şevki ile titrerken, bütün Şeyhler sararmış gözlerinde fer ve yüzlerinde kan kalmamıştı. Karar okunurken matbuat levhasında yan yana oturuyoruz. Samiîn
(dinleyiciler ) her zaman fazla. Kadınlar tarafından her zamanki gibi gürültü duyulmuyor. Mazhar Müfit Bey idam edileceklerin isimlerini gür bir sesle sayarken, tasvipkar nazarlar isimler söylenirken parlıyordu. Avsunlarla hakimlerin dillerini bağlayamıyacaklarını nihayet idrak eden Şeyhler, bu son celsenin tarihi anında okuyup üflemekten vazgeçmişlerdi. Beraat edenler mesrur (sevinmiş) çıktılar. Reis veciz hitabesinden sonra mahkumları götürünüz emrini verdi. Levhalar boşalmakta. Kadınlar dağılmaya başladı. Neferler gelip mahkumları kelepçelemeye başladılar. Kelepçeler, Şeyh Said’in kara yüzünden daha kara olan ellerini gayrı ihtiyari bir inkıyad (boyun eğme) ile genç bir jandarma, Kürdistan tahtına bedel idam sehpasına çıkan ve ceza-i sezasını bulmuş olan Şeyh Said zabitine uzandı. Bir anda kolları kelepçelenmişti. Hanımlar bir çoğu kalkmışlar fakat gitmiyorlardı. Bir zabit, „Hanımlar gidiniz“, diye haykırdı.
Asılacakların elleri kelepçelendiği vakit, salon boşalmıstı. Yalnız levhamızda yan yana biz muhabirler duruyorduk. Gözlerimizin sevinç parıltısı sanki şimşek çakıyor. Söz söyleyemiyoruz. Çok adil bir kararla cezalarını bulacak, olanların hali ile mest olmuş gibiyiz. Hepsi şanaatlarının, melanetlerinin ağırlığı altında kıvranıyorlar. Şeyh Abdullah zebani gibi gözlerini kayınpederine dikmiş, „Bu herifin narına yandık“ diye mırıldanıyordu.
Önümüzde oturan bir diğer hain şaşkınlık içinde bize hitap ederek, „ Ruslarla çarpışırken yaralanmıştım. Keşke o zaman babam gibi şerefimle ölseydim,“ diyordu.
Bir taraftan bütün bunlar söylenirken, diğer taraftan hapishane müdürü Osman Bey vurmakta devam ediyordu. Meşhur Hasan Fa bir kenarda ellerine esir düşen zabitanın verdiği elbiselerin miktarını hesaplıyor, kenarda Hilmi hayatını milli mücahidedeki hizmetini nazar-ı dikkate alarak adalet gösteren İstiklal Mahkemesi´nin kutsi adaletine medyun (borçlu), cigarasını tellendiriyordu.
Hapishanede Son Gece:
Hainlerin hepsi kelepçelendikten sonra, hainlere yürü emri verildi. Başta Şeyh Said olmak üzere bu kafile askerlerimizin parlak ve şerefli süngüleri arasında Diyarbekir´in geniş caddesinde yol almaya başladılar. Geniş nefes alan halk, damları bile doldurmuşlar, kin ve garaz ifade ediyorlardı.
Mahkumlar Hapishaneye Girdikten Sonra (1.08 ):
Mahkeme heyeti çalıştığı dairenin koridorunda dolaşıyordu. Müddeiumumi Süreyya Bey diyorki hakimlere: „ İtirazımız yoktur. Hüküm bu gece infaz edilecektir. “Gazetelerimize vereceğimiz haberleri sessizce yazıyoruz. Sessizce telgrafhaneye gidiyoruz. Sessiz yemek yiyoruz. İçimizde ifade edemediğimiz bir sevinç çalkalanıyor. Kahr ve tedmir edilen irtica-ı ezmekten mütevellik bir gurur duyuyoruz.
İdam Sabahı Hapishanede Şeyh SAİD :
Hapishanenin kapısından girdik. Merdivenleri çıktık. Şeyh SAİD hücresinde yalnız. Hapishane müdürü Osman Bey´e hesap veriyor ve soruyor. Fakat uhrevi değil dünyevi galalerle meşgul. Arkasında bırakacağı altınların hırsı gözlerini yormuş. Bizi tanıyamadı. Ancak şeyh efendi hesabına oturdu. Gördükten sonra bizi tanıyabildi. Oturdu, vasiyet yazdı. Paralarını teslim etti. Bizi de şahit gösterdi. „Paraları evlatlarıma teslim ediniz,” dedi.
- „ Kaç evladınız var ? „
- „ On. „
Evvela kızlarının isimlerini saydı.
- „ Aişe, Hayriye, Azize, Fatime, Fahine...“
Son isimde terddüdü görünce, kağıdı alıp kendisi yazdı...
-„ Fahine „ , dedi.
Sonra oğulları boğulan Gıyaseddin, Kaçan Ali Rıza, Selahaddin ile küçük Ahmet ve Abdulhalik´in isimlerini mırıldandı. Göğüs geçirip,
- „ Karılarım Fatime ve Nezihe „ , dedi.
Fakat nerede olduklarını söylemedi. Kendisine uzattığımız sigarayı aldı.
Şeyh SAİD´in Yazdıkları:
Defterimize birşey yazmak istedi. Şunu yazdı. „Vela ubali bisabi bi fucuzi reddi inkane mesrei fillahi ve fiddin Mehmet SAİD NAKŞİBENDÎ" (Siz başıma gelenlerle uğraşmayı bırakın, umurumda değil. Bana verilen cezadan kurtulmak için hiçbir gayret de göstermiyorum. Önemli olan gittiğim yolun Allah ve din yolu olmasıdır. Arapça´dan bu tercüme tarafımızdan yapılmıştır). Bu cümle „ asıldığıma hiç acıma, zira Allah ve din uğruna „ demek imiş. Daha bir şey yazdırmak istedim red etti.
Umumi koğuştaki mahkumları merkez hastahanesi nöbetçi doktoru Yüzbaşı Cemil Bey muayene ediyordu. Kapıdan girince boğuk mırıltılarla karşılaştık. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Kırkaltı kişi dolaşıyordu. Evvela dikkatimize çarpan şey bu melunların müstekreh hırsı olmuştu. Bunlar dini, Allahı, evladı ve ailelerini unutmuşlar, paralarını, ağırlıkların tabalaranını gizlemeye çalışıyorlardı. Yağma ettikleri paraları yemediklerinden dolayı birbirleri ile dertleşiyorlardı. Evvela Şeyh Ali´ye yaklaştık. İğrenç hastalığını sorduk, utanmadan,
- „ Bir gece ayazda kaldım belim üşüdü „ , dedi.
Keza Ali Rıza da aynı hastalıktan mesabdı (yakalanmıştı). Gazel söyleyen Arab ABDİ`ye belun kamitacı Şeyh ŞERİF.
-„ Sus be herif „ ,diye haykırdı.
Şeyh İsmail Kahveciye olan ondört kuruş borcunu vermemizi söyledi. Meşhur Hasan FAKİH`e Jandarma Avni´nin elinden aldığı seksen sansar derisinden ahınarak sözediyordu. Şeyh Abdullah bizden sigara istedi. Verdik.
- „ Yazdık „ , dedi. „ Biz hainlere uyduk, başkası uymasın. „
Siyaset Meydanında :
Saat 12.00 de muhafız bölük kumandanı Nafiz bey’in ince fakat sert sesi,
-´´Haydi bakalım bir bir çıkınız``, dedi.
Kapının önünde bölük zincirlenmişti. Hafıf ılık bir rüzgâr esiyor. Dağınık bulutlardan sıyrılan ay, bir lüks lambasının yardımı ile siyasetgaha gidenleri bunu tanıtıyordu. Hepsi bir birine yaslanmış, öne Hasan Fa tesadüf etmişti.Aralarındaki merasim kalkmıştı. Şeyh Said araya bağlanmıştı. Hanili Salih mertlik tavsiye ediyordu. Mustafa’nın oğlu Mahmut laşıyordu. Diyarbekir’in kehine surları üstünden bakarak, bu diyarda adaletin, hakkın ilk defa tezahürüne şahit olan ay gülümsüyor gibiydi. Kafile yol almaya başlarken bütün Diyarbekir halkının aşina olduğunu munis bir ses duyuluyordu.
Şeyh Said,
-"Etme,etme",
Saib bey,
-´´Şeyh Said nerede ? „
Şeyh bu sesi tanıdı.
-„ Saib Bey „ ,dedi, „ hani ya, doğruyu söylersem kurtaracaktın ? „
Saib Bey`in dudaklarının ucundan pek nadir ayrılan tebessüm belirdi.
- „ Ne yapalım Said efendi, seninle Hınıs´ta kuzu yiyemedik. „
Şeyh Said kurtulursa herkese kuzu ziyafeti vaad etmişti. Dedi ki,
- „ Ben doğru söyledim, cezamı tahfif ( hafifletme ) etmeliydiniz.
Saib Bey dedi ki,
-"Şeyh efendi bundan daha hafif ceza olur mu?"
-"Bundan daha ağırını söyle bakalım Saib Bey?"
Şeyh meh bu sözleri söylüyor, hem de gülüyordu. Sonra ilave etti.
-"Artık kuzu falan kalmadı. Ne olurdu Edirne'de yüzbir sene verseydin?"
Saib Bey'in birden tebessümü kesildi, munis sesi gürleşti, vakur ve muhtez(?),
-"Bu kadar Türk kanının dökülmesine ve ocakların sönmesine sebep oldun, cezanı çekeceksin dedi."
Said gülümsüyor, bir şeyler mırıldanıyor ve yürüyor. Çok yıldızlı semadan ay, mehmetçiklerin süngülerine nurdan hale oluyor. Kalabalık kitlenin ayak sedasından başka bir ses duyulmuyor. Siverek kapısından çıktık. Ötede kırkyedi sehpanın muhip hayaletleri görüldü. Kolordu Kumandanı Mürsel paşa, Vali Mithat Bey, İstiklal mahkemesi azasından Lütfi Müfit Bey, Diyarbekir mebusları Cavit ve şeref Beyler, bir çok zabitan ve halk ile karşılaştık. Geriden "Bir Türk öldürmekle yetmiş gavur öldürülmüş kadar teviye(?) girileceğini" kani olan vatan ve millet, teceddüt ve terakki düşmanları geliyordu. Yüz on gün evvel aynı mevkide mehmetçikleri boğazlayanlar, ne kutsi tecellidir ki mehmetçiklerin süngüleri arasında malenatlerinin cezasını bulmaya geliyorlardı. Sardın (?) etrafına toplaşıldı. Bu esnada göğsümüzü fazla gurur ve samimi heyecan ile kabartan bir manzara gördük. Halkın arasında zabit haremleri vardı. Vatan uğruna evlatlarını, babalarını kurban vermeye bila tereddüt rıza gösteren vatanın öz kızları bile dökülen kardeş kanlarının ödendiğini gözleri ile görmek istemişlerdi.
-"Ruzi mahşerde mahkeme olacağız", demiş Said.
Said, Saib Beye hitaben dediki,
-"Seni severim ama, Ruzi mahşerde mahkeme olacağız."
Lütfü Müfit Bey sordu,
-"Beni mi çok seversin Saib'i mi?"
Seşh Said gülümsedi,
-"Saib Beyi sonra seni. Seninle çok sevişmiştik. Reisten Allah hoşnut olsun, en sevdiğim Süreyya Bey'dir."
Heyecanla dedi ki, (Saib Bey)
-"Ruzi cezada adil hakimlerimizle öldürdüğün masum çocuklar, ocaklarını sürdürdüğün biçarelerle mahkeme edileceksin."
Said mırıldandı,
-"Boynuzsuz keçinin ahını boynuzludan alırlar", dedi.
Mürsel dedi ki,
"Türklerin en büyük düşmanı, Türkiye'yi ezmek isteyen kimdi?"
Şeyh Said bila tereddüt cevap verdi,
-"İngilizler'dir. "
-"O halde niye bu işi yaptınız? Din kalktı diyorsun, namazını kılmıyor mi idin? Camilerde ezan okunmuyor mu idi?"
Şeyh Said ibadete kimsenin karışmadığını, ezan okunduğunu itiraf etti. Alışıla gelmiş köhne mefkuresinden buruşukluklarla, şüphelerle karışık beyninden geçen günlerin gelecek geceden farkı yok hükmünü veren hükmünü dimağından siyalar gibi oldu.
-"Ahmet Zihni bey Futuhat-ı İslamiyesinde yazılıdır. Mehdi'nin hurucunda Türkler üçyüzbin azker vereceklerdir. Anlaşılıyor ki Türkiye kiyamete kadar (islamiyeti) koruyacaktır.
Şeyh Said bir müddet düşündü başını eğdi,
-"Fena yaptık. Bundan sonra iyi olur inşallah", dedi ve bu son sözü oldu.
Sehpaı adaletin gömleğini giydirdiler. Sessiz yürüdü. Sesini çıkarmadan asıldı. Son nefesini verince etrafı alkışlarla çınladı. Kadınlar gönülden kopan bir sesle,
-"Kahrol", diye haykırdılar.
Kulağımın dibinde bir ses,
-"Hani alçağın kerameti, ipi bile kopmadı", diye bağırdı.
Şeyh asılıncaya kadar yirmi kişi daha dar ağacına çekilmişti. Seyre gelen halk ilmiğini bir şeyhin boynuna geçirmek için birbirleriyle cenkleşiyorlar, müsabaka ediyorlardı. Aslan bir nefer Şeyh Ali'nin boynuna bizzat ilmiğini geçirdi ve ipi çekti,
-"Şehit düşen kardeşlerimin kanını ödedin", dedi.
Bundan sonra matbuat, tayyareciler, muhabereciler, şoförler namına bir guruba mensup biri tarafından bir şeyh ipe çekildi.
-"İpi çeken var, nidaları, kadınların,"
-"Yaşa", sesleriyle alkışlandı.
Vatanı parçalamak, Cumhuriyetten feyz alarak nuşu numa bulan mefküreyi çürütmek isteyenlere millet bu suretle cezasını kendi elleriyle verdi. İki saat zarfında kırkyedi kişi asıldı. Ertesi öğleye kadar ahali meydana giderek meslubları seyrettiler. Mutaassıb bazı kimseler, Şeyh Said asılırken evler yıkılacak, hareketi eder olacak korkusuyla geceyi dışarda
geçirmişler. Şeyh asıldı fakat bir ev yıkıldığına dair menüz malumat yoktur.
Herkes sürur (?) vatanpervane ile avdet ediyordu. Dünyada en büyük zekvi hakkın tecellisini görmek, mazlumun susturulan ahı zalimin ettiğini bulması kadar insanın ruhunu mest eden, kalbe hakiki sevinç veren bir şey olamaz. İşte hakkın tecellisini gördük. Diyarbekir'in karanlık ve tenha sokaklarından geçerek eve dönerken, sürurumuzu tahlil ediyoruz, diyoruz ki, Şeriat ve din namına geçtiği yerde ölüm, elem bırakan ocaklar söndürüp, aileler yıkan mahkumların cezasını halkı verdi. Sönsöz olarak şunu ilave ediyoruz, "halkın verdiği ceza hakkın verdiği cezadır."
*SERBESTÎ Aylık Siyasî Fikir Dergisi, 2. Sayısından alımıştır.
ÎDAM EDİLEN ÖNEMLİ KÜRT LİDERLERİNİN SON SÖZLERI*
ŞEYH SAİD: Dünya yaşantımın sonu geldi. Ulusum için kurban edildiğimden dolayı pişmanlık duymuyorum. Yeter ki torunlarımız bizi düşmanlarımızın önünde mahcup bırakmasınlar.
HINISLI XALİD CİBRİ BEY: Karşınızda yalnız değilim. Arkamda İran, Mezapotamya ve Türkiye'de muazzam bir Kürt ulusu bulunmaktadır. Bugün beni asıyorsunuz, fakat hiç şüphemiz yoktur ki yarın torunlarımız de sizleri yok edeceklerdir.
ŞEYH ABDÜLKADİR(SENATÖR): Zaten sizler yakma ve yıkma konusunda büyük bir şöhrete sahipsiniz. Burasını da Kerbela'ya çevirdiniz. Şunu biliniz ki dehşet ve insafsızca sömürü ile şan ve şeref kazanılmaz. Yok olsun Türkler!...
YUSUF ZİYA BEY(Bitlis Milletvekili): Bize mevki ve rütbe bahşetmek suretiyle bizi aldatabilirsiniz endişesi içindeydim. Şükür Allah'a ki bizi mermi ve iple karşılıyorsunuz ve bundan dolayı biz hiç pişman değiliz. Verdiğiniz ders sayesinde torunlarımız öcümüzü alacaklardır.
DOKTOR FUAD BEY (Diyarbekir'li): Vatanım için yiğitçe kurban olmayı daima düşünürdüm. Şüphesiz ki asılmakta olduğumuz bu toprağa bağımsızlık bayrağı dikilecektir.
AVUKAT TEVFİK BEY (Diyarbekir'li): Cesedimi bütün dünyaya gesteriniz ve herkes bilsin ki kişisel haklar için değil, ulusal haklar için savaşıyorum. Yaşasın Kürdistan!...
KOÇZADE ALİ RIZA BEY (Bitlis'li): Elimdeki silahı ulusuma karşı kullanmayıp düşmanımız Türk'e karşı yöneltmiş olduğumdan dolayı mutluyum. İşte şimdi hayatımı Kürtlük için kurban ediyorum.
ŞAİR MOLLA ABDURRAHMAN (Siirt): Sefiller!... Sizi ayağımızın altında çok alçak ve küçük görüyorum. Biliniz ki Kürt bir ağaç değildir, ölür fakat eğilmez!..
HANİZADE ŞAİR KEMAL FEVZİ (Bitlis'li): Cennet Kürdistan bizimdir. Ev sahibi biziz ve kim ne derse desin biz yine içeri gireceğiz, buna hiç bir güç engel olamaz, çünkü O bizimdir....
Haymana Kürtleri Aslını Kaybetmeyen Gerçek Kürtler
Haymana Kürtleri Aslını Kaybetmeyen Gerçek Kürtler
Orta Anadolu Kürtleri (OAK) yeterince bilinmiyor. Bu konuda en derli toplu bilgiler Nuh Ateş'in Ankara, Konya ve Kırşehir'i baz alan "İç Anadolu Kürtleri" adlı eserinde bulunabilir. Ancak o da sınırlı kaynaklardan yararlandığı için bu konuda bilinen soruları yanıtlamakta zorluk çekiyoruz. Dikkat edilirse bugüne kadar yararlandığımız kaynaklar hep yabancı misyonerler tarafından yazılmıştır. Örneğin Moltke; Alman, Georges Perrot; Fransızdır. Anadolu'da yaşayanlar beraber yaşadıkları sorunu anlatmayı, çözüm yolları önermeyi denememişlerdir. Elde yeterli bilgi ve belge olmayınca da bazıları eksik bilgilerle kesin hükümlere varmışlar, OAK'nin tarihini 250-300 sene gibi çok yakın sayılabilecek bir zamana dayandırmışlardır. OAK, oldukça geniş ve araştırılmaya değer bir konu. Ben yalnız Haymana Kürtleri üzerine kısa gözlem ve belirlemelerde bulunarak özel olarak Şêxbızınlar üzerinde durmak istiyorum. Haymana Kürtlerinin ne zaman gelip yerleştikleri bilinmiyor. En doğru bilgiler Osmanlı arşivlerinde ve Meclis İskan Raporları'nda saklı, ancak ne bu arşivler açılıyor ne de İskan Raporları açıklanıyor. Bu durumda biz ancak gözlemlerimizi aktarabiliyoruz. Aşiretlerin iskan edilmesi ile ilgili yazılı kaynaklardan çıkan sonuçlar iskanlarını Fatih dönemine uzandığını gösteriyor. Fatih döneminde Uzun Hasan'a ait topraklar, Osmanlı ve İran arasında paylaşılıyor. Yavuz ile Şah İsmail arasındaki 1514 Çıldıran Savaşı'nda, Yavuz; Sunni Kürtleri, Şah İsmail ise Alevi Kürtleri savaş meydanlarına sürüyor. Yavuz'un zaferi O'nun Fırat'tan Urmiye Gölü'ne kadar olan bölgede hükümdarlığını pekiştiriyor. Bu dönemde Irak'ın Bezeyan Bölgesi, Muş, Malazgirt, Elazığ ve Varto'da ikamet eden Şêxbızın Aşireti mensupları, bu savaştan etkileniyorlar. Aşiret reisleri Şeyh Hüseyin önderliğinde Batıya doğru göç ediyorlar. Cevdet Türkay, Osmanlı arşivleri ışığında "Ankara Çevresindeki Aşiret ve Boylar" adlı kitabında (İstanbul, 1979) Şêxbızın Aşireti'nin Ankara'ya geldiğini belirtiyor. Türkay aynı zamanda aşiretin İmam Muhammed-El Bakir ve Zeynel Abidin ve Şeyh Selahaddin sülalesinden olduklarını ileri sürüyor. Haymana'da yoğun olarak yaşayan aşiretin bugüne kadar ki girişli çıkışlı tarihine ilişkin bilgiler ise bulunmuyor. Haymana'nın 40'a yakın köyüne dağılan aşiretin ilk iskan yerlerinden biri olarak Yenice görülüyor. 1894 tarihli Ankara Vilayet Salname'sine göre Yenice'nin adı o zamanlar Şıhbızınlı Nahkiyesi olarak geçiyor. Haymana dışında Kulu'ya bağlı Canımana, Dipdede, Karakilise gibi köyler, Polatlı'ya bağlı Kayabaşı köyünde de Şêxbızınlar yaşar. Haymana merkezinde de önemli sayıda Şêxbızınlar yaşarlar. Haymana Kürtleri üzerine yazılmış eserlerden biri de Georges Parrot tarafından kaleme alınmıştır. 1865 yılında yazılan makalelerden oluşan kitap, yazarın Haymana Kürtleri arasında geçirdiği günlerine ait gözlemlerini kapsamaktadır. Perrot, Haymana Kürtleri arasında sözlü bir tarih araştırmasına başlar. Yaşlı Kürt köylülerine ne zaman buralara geldiklerini soran Perrot, en yaşlılarının bile dedelerinin 150-200 yıl önce buralarda doğduklarını söylediklerini yazar. Bu insanların ülkenin hangi yörelerinden hangi nedenlerle ne zaman gelip yerleştikleri tam olarak bilinmemektedir. Bu durumda Türklerin 11. yy'da Anadolu'ya gelişleri ile beraber Kürtlerin de çeşitli nedenlerle Orta Anadolu'ya kadar geldiklerini, göçebe yaşam ve hayvancılık koşullarının onları Haymana bozkırlarına kadar taşıdığını ve onların Haymana'nın ilk yerleşiklerinden olduğunu düşündürüyor. Kürtlerin Orta Anadolu'ya Çaldıran Savaşı'ndan önce geldiklerini düşündüren başka söylentiler de var. Haymana'nın kuruluşu 1402'den öncedir. 1402 yılında Timurlenk ile Yıldırım Beyazıt arasında çıkan savaş Haymana yöresinde cereyan eder. Söylentiye göre savaş sırasında Timur'a çok sevdiği kızı Mane'nin ölüm haberi verilir. Timur'da büyük bir acı ile elini havaya açarak "heeey Mane" diye bağırır. Böylece yöreye Heymane adı verilir. Şêxbızınca "leng" topal anlamına gelir. Topal Timur anlamına gelen Timurlenk Şêxbızın Kürtlerinden olmasın mı? Orta Anadolu Kürtleri denildiğinde Ecevit'in hep anımsadığı ve dile getirdiği Haymana Kürtleridir. Osmanlı arşivlerini araştırma olanağı olan Ecevit, büyük bir olasılıkla bu yöreye ilk yerleşimleri de bilir. Osmanlı arşivleri devlet sırrı olmaya devam ederse bu konudaki spekülasyonlar da bitmez. İster 1400'lerde ister daha önceleri gelsinler, bu durum Haymana yöresine yerleşen Şêxbızınların Kürt olduğunu ve yörenin ilk yerleşiklerinden oldukları gerçeğini değiştirmiyor. Şêxbızınların diğer Kürtlerden en belirgin ayrılıkları dil konusunda görülüyor. Onlar Şêxbızınca konuşurlar. Şexbızınların yaşlıları Kurmanci lehçesini bilir, ancak gençler bilmezler. Şêxbızınca daha çok Sorani lehçesine benzese de onun ayrı bir lehçe olduğunu düşünüyorum. Dildeki lehçe farklılıkları, dilin zenginliğini gösterse de iletişimde zorluk sağladığı da ayrı bir gerçek. Dil konusundaki ayrılıklara daha önceleri Birnebun'un 4. sayısında değindiğim için bunları tekrarlamayı gereksiz görüyorum. Bu konuda ayrıca aynı derginin 3. sayısında yayınlanan Mahmut Levendi'nin yazılarına da bakmakta yarar var kanısındayım. Şêxbızınların diğer bir özelliği dağınık bir şekilde yaşamalarıdır. En derli-toplu yer olarak yaşadıkları Haymana yöresi dışında, onlar, Türkiye'nin çeşitli illerinde genellikle köylerde yaşarlar. Diyarbakır, Çermik, Bayburt, Gümüşhane, Adapazarı, Merzifon, Yozgat, Çorum gibi illerde Şêxbızın köylerine rastlamak olası. Barzani'nin Şêxbızın *******larından sözetmesinden, o yörede de Şexbızınların yaşadığını anlıyoruz. Şêxbızınlarda ağa, aşiret, şeyh gibi kavramlar aşılmış, feodal ilişkiler çözülmüştür. Kapitalizmin egemen olması emek-sermaye çelişkisini de gündeme getirmiştir. Ancak çözülmeyen ulusal sorun onların bu soruna da duyarlı olmaların beraberinde getirmiştir. Ulusal soruna ilgi Barzani hareketine duyulan sempati ile devam etmiş ve günümüzde bu sorunun çözümü yönünde gösterilen çabalara destek aşamasına gelmiştir
ŞEXBIZINİLER
...Haymana’ya l514 ve l5l6 yılları arası göç etmeleri tamamlanmış ve bu büyük göç dalgası daha sonra siyasi ve ekonomik nedenlerle de devam etmiştir...
Orta Anadolu Kürtleri denilince Haymana akla gelir. Haymana Kürtleri söz konusu olunca da Şexbızın Kürtleri akla gelir. İlk akla gelen neden Şexbızıniler oluyor, bu da ayrı bir konu. Genellikle Haymana`nın doğu, güneybatı, batı ve kuzeybatı taraflarına yerleşmiş, bölgenin en verimli ve sulak arazilerin bulunduğu yerlerde mesken tutmuşlardır. Ne zaman, nasıl ve en önemlisi de neden gelmişlerdir. İşte bu sorulara cevap arayacağız. Aslında bu soruların cevapları vardır, ancak Osmanlı arşivleri ,bu konuda uzman ve yetkili kişilerce araştırıldığında bulunur. Biz burada elde ettiğimiz belgelerden ve aile büyüklerimizin anlattıklarından söz edeceğiz. Bilindiği gibi Kürtler arasında yazılı belge geleneği yoktur. Genellikle olayları yazılı olarak bildirmekten çok sözlü nakletme geleneği mevcuttur. Bu nedenle anlatacağımız olayları belgeleri olmakla birlikte, bazıları aile de bilge kişilerden duyduklarımızda size aktarılacak.
Bu konuda Osmanlı kaynaklarını bulanlar, Şexbızın Kürtleri l6.yüzyılın başlarında l5l4 yıllarında Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim tarafından, kabul edilen aşiret reisi Şeyh Hüseyin (Şexbızıniler arasında Qazi Hüseyin olarak anlatılır)’e verilen ferman sonucu Anadolu’ya göç başlamıştır. Tabi ana neden Anadolu’ya göçten önce asıl meskun oldukları Kerkük, Xaneqin ve Bazyan yöresinden siyasi nedenlerden dolayı İran tarafına Kirmanşah şehri ve çevresine l450 yıllarda göç edip yerleşmişler. Burada daha sora dini-mezhebi nedenlerden dolayı asıl tarihi göç olayı başlamıştır. İran`da Şah İsmail yönetimi Şiiliği esas aldığından dolayı, Şexbızınilerin çoğunluğu İslam’ın suni Şafii mezhebine bağlı olduğundan Yavuz tarafından sıcak karşılanmışlar. Aşiret reisi Şeyh Hüseyin (Qazi Hüseyin) çok güzel konuşan dindar ve aynı zamanda bilge bir şahıs olduğundan padişah tarafından kendisine verilen fermanda vergilerden muaf olduğu gibi ileride Osmanlıya askerlikten de muaf olacaktır.
Halen konuşulan Şexbızıni dilinin de çok Farsça kelimeler mevcut. Yavuz Selim Şah İsmail’in ordusunu yenmesi Kürtlerin büyük desteğini kazanmış ve bu nedenle ve özellikle Şexbızın Kürtlerine İç Anadolu`da en verimli yerlere yerleşmişler. Bu yerleşmede aşiret içerisinde bir hiyerarşiye dikkat gösterildiği görülmekte. Haymana’nın Ankara ve Konya güzergahına aşiret içerisindeki önemli aileler yerleştirilmiş. Şexbızıniler Haymanaya önceden bazı aileleri gönderdikleri ve böylelikle bilgi sahibi oldukları anlaşılmıştır.
Ayrıca aşiret reisi Şeyh (QAZİ) Hüseyin’in bilgili, akıllı ve veciz konuşmasının da etkili olduğu anlaşılmakta.
Haymana’ya l514 ve l5l6 yılları arası göç etmeleri tamamlanmış ve bu büyük göç dalgası daha sonra siyasi ve ekonomik nedenlerle de devam etmiştir. Haymana`nın doğusuna Balçıkhisar Beldesinden başlayarak, Yeşilköy köyüne kadar (Sıleni) aşiretin asıl iskeleti yerleştirilmiştir.Tü m Şexbızıni Kürtleri bu bölgeye HOZ veya HOZE demektedirler. Ayrıca çevredeki diğer unsurlarda bu deyimi kullanmakta. Ünlü araştırmacı yazar Abdullah Varlı tarafından Osmanlı arşivlerinden elde edilen l606 tarihli emirnamede, başlık olarak "ŞEXBIZINİ HOZUNA" bu da Şexbızıni Beyi demektir. Haym*****n kuzey batısına genellikle kendilerine Kerkuki dediğimiz. Dereköy, Karaömerli (mandıra), Durutlar, Sarıgöl, Erıf, Kayabaşı,Yaylabeyi akraba köyleri yerleştirilmiştir. Ayrıca Güney ve güneybatıya ve Mangal dağı eteklerine KELATİ, XEWEND ve JİRKİ Şexbızıniler yerleştirilmiş, Evliyafakı,Yaprakbay ır(LER) denilen aileler yerleştirilmiştir. En büyük Şexbızıni beldesi olan Yenice (Sındıran, Gozgoz)lilere de Palani(Palulu) denilmekte. Balcıkhisar beldesinden Yurtbeyli (Evdali) beldesine kadar olan Şexbızıni köylerine de Koseler (kuse) denilmekte. Bostanhöyük ,Saze, Yergom, Yeşilköy, Canımana, Dipdere, Kılise (Karacadere) ve Evliyaçeşme Şezbızınilere ise SILENİ denilmekte ve bunlar Zeynel Abıdinin soyundan geldiklerini iddia ederler.
Haymana yöresine yerleşen Şexbızıniler burada uzun süre hayvancılıkla uğraşmışlar, yarı göçebe bir yaşam sürmüşler. İlkbahar ile birlikte yaşlılar ve çocuklar dışındakiler köyden sürülerle birlikte ayrılılardı. Sonbahar sonuna kadar yaylada kalırlardı, bu harekete MALESER derlerdi. Şexbızıniler hayvan sürülerini otlatmak ve iyi verim almak için Samsun iline bağlı, Çarşamba, Havza, Bafra ile Amasya, Kastamonu, Sinop, Boyabat, Trabzon, Karabük, Çankırı, Bolu, Kütahya, Düzce ve çevrelere yaylaya giderlerdi. Daha sonra anlaşılacağı gibi Osmanlı`da yapılan nüfus sayımları sonucu Şexbızıniler Haymana dışındaki ana yerleşimlerinden sonra buralarda da kalarak yerleşmişler. Böylelikle ciddi Şexbızıni nüfusu oluşmuş. Buralardaki Şexbızıniler yayla göçü sonucu meydana gelmiştir. Bu tür göçebe yaşamı l9.yy. ortalarına kadar devam etmiştir.
Aşiret içerisinde ticaretle uğraşan ailelerde bulunuyordu. l7.yy. sonlarına doğru bu ailelerden biri olan ve sonradan Mısır devletini kuran Kavalali Mehmet Ali Paşa ailesidir. Düzce’den Makedonya’ya hem ticaret hem de görevli olarak gitmişler. Burada ti**** alanda gösterdikleri başarıdan dolayı Osmanlı devlet yöneticileriyle kurdukları ilişkiler daha sonra devlet nezdinde önemli mevkilere sahip olmuşlar. Bu aile Şexbızın aşiretinin Qırtıkoğlu ailesindendir. Haymana`ya gelen Şexbızıniler yukarıda da belirttiğimiz gibi Yavuz Sultan Selimin Çaldıran`da savaşı kazanmasında gösterdikleri başarıdan dolayı mükafatlandırılmışla rdı. Çünkü iskan edildikleri yerler çok verimli ve elverişli yerlerdir.
Günümüzde Şexbızıniler bulundukları yerlerde özellikle Ankara’da ticaretle uğraşan, serbest çalışanların yanı sıra devlet kurumlarında da önemli mevkilerde görev alanlar olduğu gibi siyaset, gazetecilik ve turizm alanında da hayli önemli şahsiyetleri mevcuttur.
Yetmişli yıllardan sonra ulusal duygulara sahip olup devletle de ters düşenler olmuştur.
Haymana Şexbızın Kürtleri 40-45 bin civarında bir nüfusa sahip. 30 köyleri mevcut. Hali hazırda Ankara’nın önemli işadamları Şexbızındırlar…
FAYDALANILAN ESERLER
1. M.Emin Zeki Beg: Diroka Kurd u Kurdistan
2. Ermenistan kürt Araştırmalar Merkezi Bilim Heyeti : Kürdistan Tarihi
3. Mesut Barzani: Kürt Ulusal Özgürlük Hareketleri (2 Cilt)
4. Dr.Naci Kuıtlay: Kürtler
5. Kemal Burkay: Kürtler ve Kürdistan
6. Rohat Alakom: Orta Anadolu Kürtleri
7. Rohat Alakom: Aristokraten Kurd-Torın
8. Orhan Miroğlu: Canip Yıldırımla Söyleşi,Hevsel Bahçesinde Bir Dut Ağacı
9. 1606 Osmanlı Arşivinden belge (Abdullah Varlı tarafından temin edildi)
Orta Anadolu Kürtleri (OAK) yeterince bilinmiyor. Bu konuda en derli toplu bilgiler Nuh Ateş'in Ankara, Konya ve Kırşehir'i baz alan "İç Anadolu Kürtleri" adlı eserinde bulunabilir. Ancak o da sınırlı kaynaklardan yararlandığı için bu konuda bilinen soruları yanıtlamakta zorluk çekiyoruz. Dikkat edilirse bugüne kadar yararlandığımız kaynaklar hep yabancı misyonerler tarafından yazılmıştır. Örneğin Moltke; Alman, Georges Perrot; Fransızdır. Anadolu'da yaşayanlar beraber yaşadıkları sorunu anlatmayı, çözüm yolları önermeyi denememişlerdir. Elde yeterli bilgi ve belge olmayınca da bazıları eksik bilgilerle kesin hükümlere varmışlar, OAK'nin tarihini 250-300 sene gibi çok yakın sayılabilecek bir zamana dayandırmışlardır. OAK, oldukça geniş ve araştırılmaya değer bir konu. Ben yalnız Haymana Kürtleri üzerine kısa gözlem ve belirlemelerde bulunarak özel olarak Şêxbızınlar üzerinde durmak istiyorum. Haymana Kürtlerinin ne zaman gelip yerleştikleri bilinmiyor. En doğru bilgiler Osmanlı arşivlerinde ve Meclis İskan Raporları'nda saklı, ancak ne bu arşivler açılıyor ne de İskan Raporları açıklanıyor. Bu durumda biz ancak gözlemlerimizi aktarabiliyoruz. Aşiretlerin iskan edilmesi ile ilgili yazılı kaynaklardan çıkan sonuçlar iskanlarını Fatih dönemine uzandığını gösteriyor. Fatih döneminde Uzun Hasan'a ait topraklar, Osmanlı ve İran arasında paylaşılıyor. Yavuz ile Şah İsmail arasındaki 1514 Çıldıran Savaşı'nda, Yavuz; Sunni Kürtleri, Şah İsmail ise Alevi Kürtleri savaş meydanlarına sürüyor. Yavuz'un zaferi O'nun Fırat'tan Urmiye Gölü'ne kadar olan bölgede hükümdarlığını pekiştiriyor. Bu dönemde Irak'ın Bezeyan Bölgesi, Muş, Malazgirt, Elazığ ve Varto'da ikamet eden Şêxbızın Aşireti mensupları, bu savaştan etkileniyorlar. Aşiret reisleri Şeyh Hüseyin önderliğinde Batıya doğru göç ediyorlar. Cevdet Türkay, Osmanlı arşivleri ışığında "Ankara Çevresindeki Aşiret ve Boylar" adlı kitabında (İstanbul, 1979) Şêxbızın Aşireti'nin Ankara'ya geldiğini belirtiyor. Türkay aynı zamanda aşiretin İmam Muhammed-El Bakir ve Zeynel Abidin ve Şeyh Selahaddin sülalesinden olduklarını ileri sürüyor. Haymana'da yoğun olarak yaşayan aşiretin bugüne kadar ki girişli çıkışlı tarihine ilişkin bilgiler ise bulunmuyor. Haymana'nın 40'a yakın köyüne dağılan aşiretin ilk iskan yerlerinden biri olarak Yenice görülüyor. 1894 tarihli Ankara Vilayet Salname'sine göre Yenice'nin adı o zamanlar Şıhbızınlı Nahkiyesi olarak geçiyor. Haymana dışında Kulu'ya bağlı Canımana, Dipdede, Karakilise gibi köyler, Polatlı'ya bağlı Kayabaşı köyünde de Şêxbızınlar yaşar. Haymana merkezinde de önemli sayıda Şêxbızınlar yaşarlar. Haymana Kürtleri üzerine yazılmış eserlerden biri de Georges Parrot tarafından kaleme alınmıştır. 1865 yılında yazılan makalelerden oluşan kitap, yazarın Haymana Kürtleri arasında geçirdiği günlerine ait gözlemlerini kapsamaktadır. Perrot, Haymana Kürtleri arasında sözlü bir tarih araştırmasına başlar. Yaşlı Kürt köylülerine ne zaman buralara geldiklerini soran Perrot, en yaşlılarının bile dedelerinin 150-200 yıl önce buralarda doğduklarını söylediklerini yazar. Bu insanların ülkenin hangi yörelerinden hangi nedenlerle ne zaman gelip yerleştikleri tam olarak bilinmemektedir. Bu durumda Türklerin 11. yy'da Anadolu'ya gelişleri ile beraber Kürtlerin de çeşitli nedenlerle Orta Anadolu'ya kadar geldiklerini, göçebe yaşam ve hayvancılık koşullarının onları Haymana bozkırlarına kadar taşıdığını ve onların Haymana'nın ilk yerleşiklerinden olduğunu düşündürüyor. Kürtlerin Orta Anadolu'ya Çaldıran Savaşı'ndan önce geldiklerini düşündüren başka söylentiler de var. Haymana'nın kuruluşu 1402'den öncedir. 1402 yılında Timurlenk ile Yıldırım Beyazıt arasında çıkan savaş Haymana yöresinde cereyan eder. Söylentiye göre savaş sırasında Timur'a çok sevdiği kızı Mane'nin ölüm haberi verilir. Timur'da büyük bir acı ile elini havaya açarak "heeey Mane" diye bağırır. Böylece yöreye Heymane adı verilir. Şêxbızınca "leng" topal anlamına gelir. Topal Timur anlamına gelen Timurlenk Şêxbızın Kürtlerinden olmasın mı? Orta Anadolu Kürtleri denildiğinde Ecevit'in hep anımsadığı ve dile getirdiği Haymana Kürtleridir. Osmanlı arşivlerini araştırma olanağı olan Ecevit, büyük bir olasılıkla bu yöreye ilk yerleşimleri de bilir. Osmanlı arşivleri devlet sırrı olmaya devam ederse bu konudaki spekülasyonlar da bitmez. İster 1400'lerde ister daha önceleri gelsinler, bu durum Haymana yöresine yerleşen Şêxbızınların Kürt olduğunu ve yörenin ilk yerleşiklerinden oldukları gerçeğini değiştirmiyor. Şêxbızınların diğer Kürtlerden en belirgin ayrılıkları dil konusunda görülüyor. Onlar Şêxbızınca konuşurlar. Şexbızınların yaşlıları Kurmanci lehçesini bilir, ancak gençler bilmezler. Şêxbızınca daha çok Sorani lehçesine benzese de onun ayrı bir lehçe olduğunu düşünüyorum. Dildeki lehçe farklılıkları, dilin zenginliğini gösterse de iletişimde zorluk sağladığı da ayrı bir gerçek. Dil konusundaki ayrılıklara daha önceleri Birnebun'un 4. sayısında değindiğim için bunları tekrarlamayı gereksiz görüyorum. Bu konuda ayrıca aynı derginin 3. sayısında yayınlanan Mahmut Levendi'nin yazılarına da bakmakta yarar var kanısındayım. Şêxbızınların diğer bir özelliği dağınık bir şekilde yaşamalarıdır. En derli-toplu yer olarak yaşadıkları Haymana yöresi dışında, onlar, Türkiye'nin çeşitli illerinde genellikle köylerde yaşarlar. Diyarbakır, Çermik, Bayburt, Gümüşhane, Adapazarı, Merzifon, Yozgat, Çorum gibi illerde Şêxbızın köylerine rastlamak olası. Barzani'nin Şêxbızın *******larından sözetmesinden, o yörede de Şexbızınların yaşadığını anlıyoruz. Şêxbızınlarda ağa, aşiret, şeyh gibi kavramlar aşılmış, feodal ilişkiler çözülmüştür. Kapitalizmin egemen olması emek-sermaye çelişkisini de gündeme getirmiştir. Ancak çözülmeyen ulusal sorun onların bu soruna da duyarlı olmaların beraberinde getirmiştir. Ulusal soruna ilgi Barzani hareketine duyulan sempati ile devam etmiş ve günümüzde bu sorunun çözümü yönünde gösterilen çabalara destek aşamasına gelmiştir
ŞEXBIZINİLER
...Haymana’ya l514 ve l5l6 yılları arası göç etmeleri tamamlanmış ve bu büyük göç dalgası daha sonra siyasi ve ekonomik nedenlerle de devam etmiştir...
Orta Anadolu Kürtleri denilince Haymana akla gelir. Haymana Kürtleri söz konusu olunca da Şexbızın Kürtleri akla gelir. İlk akla gelen neden Şexbızıniler oluyor, bu da ayrı bir konu. Genellikle Haymana`nın doğu, güneybatı, batı ve kuzeybatı taraflarına yerleşmiş, bölgenin en verimli ve sulak arazilerin bulunduğu yerlerde mesken tutmuşlardır. Ne zaman, nasıl ve en önemlisi de neden gelmişlerdir. İşte bu sorulara cevap arayacağız. Aslında bu soruların cevapları vardır, ancak Osmanlı arşivleri ,bu konuda uzman ve yetkili kişilerce araştırıldığında bulunur. Biz burada elde ettiğimiz belgelerden ve aile büyüklerimizin anlattıklarından söz edeceğiz. Bilindiği gibi Kürtler arasında yazılı belge geleneği yoktur. Genellikle olayları yazılı olarak bildirmekten çok sözlü nakletme geleneği mevcuttur. Bu nedenle anlatacağımız olayları belgeleri olmakla birlikte, bazıları aile de bilge kişilerden duyduklarımızda size aktarılacak.
Bu konuda Osmanlı kaynaklarını bulanlar, Şexbızın Kürtleri l6.yüzyılın başlarında l5l4 yıllarında Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim tarafından, kabul edilen aşiret reisi Şeyh Hüseyin (Şexbızıniler arasında Qazi Hüseyin olarak anlatılır)’e verilen ferman sonucu Anadolu’ya göç başlamıştır. Tabi ana neden Anadolu’ya göçten önce asıl meskun oldukları Kerkük, Xaneqin ve Bazyan yöresinden siyasi nedenlerden dolayı İran tarafına Kirmanşah şehri ve çevresine l450 yıllarda göç edip yerleşmişler. Burada daha sora dini-mezhebi nedenlerden dolayı asıl tarihi göç olayı başlamıştır. İran`da Şah İsmail yönetimi Şiiliği esas aldığından dolayı, Şexbızınilerin çoğunluğu İslam’ın suni Şafii mezhebine bağlı olduğundan Yavuz tarafından sıcak karşılanmışlar. Aşiret reisi Şeyh Hüseyin (Qazi Hüseyin) çok güzel konuşan dindar ve aynı zamanda bilge bir şahıs olduğundan padişah tarafından kendisine verilen fermanda vergilerden muaf olduğu gibi ileride Osmanlıya askerlikten de muaf olacaktır.
Halen konuşulan Şexbızıni dilinin de çok Farsça kelimeler mevcut. Yavuz Selim Şah İsmail’in ordusunu yenmesi Kürtlerin büyük desteğini kazanmış ve bu nedenle ve özellikle Şexbızın Kürtlerine İç Anadolu`da en verimli yerlere yerleşmişler. Bu yerleşmede aşiret içerisinde bir hiyerarşiye dikkat gösterildiği görülmekte. Haymana’nın Ankara ve Konya güzergahına aşiret içerisindeki önemli aileler yerleştirilmiş. Şexbızıniler Haymanaya önceden bazı aileleri gönderdikleri ve böylelikle bilgi sahibi oldukları anlaşılmıştır.
Ayrıca aşiret reisi Şeyh (QAZİ) Hüseyin’in bilgili, akıllı ve veciz konuşmasının da etkili olduğu anlaşılmakta.
Haymana’ya l514 ve l5l6 yılları arası göç etmeleri tamamlanmış ve bu büyük göç dalgası daha sonra siyasi ve ekonomik nedenlerle de devam etmiştir. Haymana`nın doğusuna Balçıkhisar Beldesinden başlayarak, Yeşilköy köyüne kadar (Sıleni) aşiretin asıl iskeleti yerleştirilmiştir.Tü m Şexbızıni Kürtleri bu bölgeye HOZ veya HOZE demektedirler. Ayrıca çevredeki diğer unsurlarda bu deyimi kullanmakta. Ünlü araştırmacı yazar Abdullah Varlı tarafından Osmanlı arşivlerinden elde edilen l606 tarihli emirnamede, başlık olarak "ŞEXBIZINİ HOZUNA" bu da Şexbızıni Beyi demektir. Haym*****n kuzey batısına genellikle kendilerine Kerkuki dediğimiz. Dereköy, Karaömerli (mandıra), Durutlar, Sarıgöl, Erıf, Kayabaşı,Yaylabeyi akraba köyleri yerleştirilmiştir. Ayrıca Güney ve güneybatıya ve Mangal dağı eteklerine KELATİ, XEWEND ve JİRKİ Şexbızıniler yerleştirilmiş, Evliyafakı,Yaprakbay ır(LER) denilen aileler yerleştirilmiştir. En büyük Şexbızıni beldesi olan Yenice (Sındıran, Gozgoz)lilere de Palani(Palulu) denilmekte. Balcıkhisar beldesinden Yurtbeyli (Evdali) beldesine kadar olan Şexbızıni köylerine de Koseler (kuse) denilmekte. Bostanhöyük ,Saze, Yergom, Yeşilköy, Canımana, Dipdere, Kılise (Karacadere) ve Evliyaçeşme Şezbızınilere ise SILENİ denilmekte ve bunlar Zeynel Abıdinin soyundan geldiklerini iddia ederler.
Haymana yöresine yerleşen Şexbızıniler burada uzun süre hayvancılıkla uğraşmışlar, yarı göçebe bir yaşam sürmüşler. İlkbahar ile birlikte yaşlılar ve çocuklar dışındakiler köyden sürülerle birlikte ayrılılardı. Sonbahar sonuna kadar yaylada kalırlardı, bu harekete MALESER derlerdi. Şexbızıniler hayvan sürülerini otlatmak ve iyi verim almak için Samsun iline bağlı, Çarşamba, Havza, Bafra ile Amasya, Kastamonu, Sinop, Boyabat, Trabzon, Karabük, Çankırı, Bolu, Kütahya, Düzce ve çevrelere yaylaya giderlerdi. Daha sonra anlaşılacağı gibi Osmanlı`da yapılan nüfus sayımları sonucu Şexbızıniler Haymana dışındaki ana yerleşimlerinden sonra buralarda da kalarak yerleşmişler. Böylelikle ciddi Şexbızıni nüfusu oluşmuş. Buralardaki Şexbızıniler yayla göçü sonucu meydana gelmiştir. Bu tür göçebe yaşamı l9.yy. ortalarına kadar devam etmiştir.
Aşiret içerisinde ticaretle uğraşan ailelerde bulunuyordu. l7.yy. sonlarına doğru bu ailelerden biri olan ve sonradan Mısır devletini kuran Kavalali Mehmet Ali Paşa ailesidir. Düzce’den Makedonya’ya hem ticaret hem de görevli olarak gitmişler. Burada ti**** alanda gösterdikleri başarıdan dolayı Osmanlı devlet yöneticileriyle kurdukları ilişkiler daha sonra devlet nezdinde önemli mevkilere sahip olmuşlar. Bu aile Şexbızın aşiretinin Qırtıkoğlu ailesindendir. Haymana`ya gelen Şexbızıniler yukarıda da belirttiğimiz gibi Yavuz Sultan Selimin Çaldıran`da savaşı kazanmasında gösterdikleri başarıdan dolayı mükafatlandırılmışla rdı. Çünkü iskan edildikleri yerler çok verimli ve elverişli yerlerdir.
Günümüzde Şexbızıniler bulundukları yerlerde özellikle Ankara’da ticaretle uğraşan, serbest çalışanların yanı sıra devlet kurumlarında da önemli mevkilerde görev alanlar olduğu gibi siyaset, gazetecilik ve turizm alanında da hayli önemli şahsiyetleri mevcuttur.
Yetmişli yıllardan sonra ulusal duygulara sahip olup devletle de ters düşenler olmuştur.
Haymana Şexbızın Kürtleri 40-45 bin civarında bir nüfusa sahip. 30 köyleri mevcut. Hali hazırda Ankara’nın önemli işadamları Şexbızındırlar…
FAYDALANILAN ESERLER
1. M.Emin Zeki Beg: Diroka Kurd u Kurdistan
2. Ermenistan kürt Araştırmalar Merkezi Bilim Heyeti : Kürdistan Tarihi
3. Mesut Barzani: Kürt Ulusal Özgürlük Hareketleri (2 Cilt)
4. Dr.Naci Kuıtlay: Kürtler
5. Kemal Burkay: Kürtler ve Kürdistan
6. Rohat Alakom: Orta Anadolu Kürtleri
7. Rohat Alakom: Aristokraten Kurd-Torın
8. Orhan Miroğlu: Canip Yıldırımla Söyleşi,Hevsel Bahçesinde Bir Dut Ağacı
9. 1606 Osmanlı Arşivinden belge (Abdullah Varlı tarafından temin edildi)
Alfabe Ve Kürtler Eğitim
Alfabe Ve Kürtler Eğitim
Hawar bilincin sesidir. Bilinç kendini bilmektir. Kendini bilmek bize bütün güzelliklerin yolunu açar. Kendini tanıyan, kendini rahatlıkta tanıtır. Hawar'ımız herşeyden önce dilimizin varolduğunu gösterecektir. Bu nedenle dil, varolmanın temel koşuludur."
( Hawar, sayı 1. Yil 1932 )
Anadilde eğitimin gündemleştiği bugünlerde birçok çevre Kürtçe'nin tarihini ve yapısını merak etmeye başladı. Dil etrafında cereyan eden siyasal yoğunlaşma elbette bu dilin bütün inceliklerini öğrenmeyi de gerekli kılacaktı. Önemi tartışılmaz olan bu konudaki bir araştırmanın sürece yapacağı en ufak katkısı bu yazının ilhamı oldu.
Tarih boyunca Kürtçe değişik alfabelerle yazılagelmiştir. Örneğin Yezidilerin Kutsal kitaplarından Kitêbê Cilwe'nin Arap alfabesi gibi sağdan sola yazılan farklı ve özgün bir alfabeyle yazılmış bir nüshası 1911'de Viyana'da yayınlanmıştır. Yine bazı komşu halkların, örneğin Süryani ve Ermenilerin de geçmişte kendi ulusal alfabeleriyle yazdıkları Kürtçe birçok kitap mevcuttur. İslamiyetin Kürtlere zorla benimsetilmesinden sonra ise diğer birçok Müslüman topluluk gibi Kürtler de Arap alfabesini kullanmaya başladı. Talihsizliğin ve dilde bölünmenin nedeni olan bu durum yaklaşık olarak l930'lara dek devam etti.
Kürtçe'nin okunup yazılması despotça bir tutumla ve gayri insani yasalarla yasaklandığı için bir anda sıfıra düşen Kürtçe okuma yazma oranında daha sonraki yıllarda da değişme olmadı. Bunun tek istisnası Kürdistandaki medreselerde Kürt diliyle geleneksel dinsel eğitim gören "feqî" ve "melle"ler idi. Bunlar, Arap alfabesini bildikleri için bu alfabeyle yazılmış olan eski Kürtçe kitapları okuma olanağını korudular. Bunların dışında TC'nin kuruluşundan 1990'ların başına kadar döneminin Kürt kuşakları yüzlerce yıllık bir birikimin ifadesi olan yazılı Kürt ürünlerini okuma olanaklarını yitirdiler. Geçmiş kuşaklarla yeni kuşaklar arasındaki kültürel köprüler bu anlamda yıkıldı. Çünkü cumhuriyet Kürtlere kendi dillerinde okuma ve yazmayı yasaklamıştı. Yeni kuşaktan yasakları göze alan cesur araştırmacılar ise Arap alfabesini bilmedikleri için Kürtçe'nin tüm zenginliğini taşıyan Mem û Zîn'i, Melayê Cizîrî'yi, Hezanlı Ehmedê Xasî'yi okuyamıyorlardı.
MİR CELADET'İN TARİHİ ÇABALARI
Cumhuriyet Türkiye'sinin 1927 yılında resmen kabul ettiği alfabe üzerinde Kürt dilbilimcileri çok önce çalışmaya başlamıştı. Ancak hayata geçişi 1932'den sonra gerçekleşebilmiştir.
Kürtçe bugün 31 harflik alfabeyle yazım alanında kullanılıyor, bu harfler ilk kez 1918 yılında Mîr Celadet Elî Bedirxan (1893Ğ1951) tarafından yazılan Elîfba Kurdî adlı kitapta kullanıldı. Bu nedenle bugün latin alfabeyi kullanan bütün Kürtler Mir Celadet Bedirxan'ın belirlediği çerçeveye itibar ederek onun koyduğu formel kuralları kabul etmektedirler.
Bu arada Güney Kürdistan'da Xelîl Xeyalî ve Tewfik Wehbi'nin dil ve edebiyat konusundaki çabaları Bedirxan'ın umutlarını kamçılamıştır.
Bağdat'ta Tewfiq Wehbi öncülüğünde biraraya gelen bir grup Kürt aydını 1918 yılında Gelawêj adında bir dergi çıkarmaya başlamıştı. Kuzeyde ise aynı yıl yıllarında İstanbul'da eski alfabeyle Jîn adlı dergi yayınlanıyor.
Ancak Jîn ilk sayısından itibaren ateşli eleştirelere maruz kalmaktadır. Çünkü birçok harf gerçek anlamının dışında kullanılınca dil çevrelerinden ve okurlarınının tepkisini çekiyor. Okurların gösterdiği tepkiye, "Ne yapalım, ari bir dil sami alfabesiyle ancak bu şekilde yazılabilir, ibret olsun" diye savunma yapan dergi yöneticileri aslında Kürtçe'nin latin alfabeye geçmesine vesile oldular. (1)
Mir Celadet Bedirxan, ulusal dilde alfabe birliğini sağlamak ve mevcut çalışmaları derlemek için Güney Kürdistanlı dilbilimcisi Tewfik Wehbi ile randevulaşarak Şam'da görüşüyor, ancak zamanın bilinen elverişsizliği nedeniyle bu çaba sonuca ulaşamıyor.
LATİN ALFABESİYLE İLK DERGİ: HAWAR
Hawar dergisinin 15 Mayıs 1932'de Şam'da yayına başlamasına kadar ortada dil eksenli ciddi bir çalışmaya rastlanmıyor. Ancak Celadet Bedirxan'ın İstanbul, Almanya ve Şam'da geçirdiği sözkonusu 14 yılı bugün kullanmakta olduğumuz alfabe üzerinde yoğunlaşarak geçirdiğini sonraki çalışmalarından anlıyoruz.
İlk 23.sayısına kadar yarı Arami (yani eski Arap-İran alfabesi) yarı Latin alfabesiyle yayınlanan Hawar 24.sayısıyla birlikte tümüyle Latin alfabesine geçiyor. O gün bugündür Kurmanciya Bakur dediğimiz kuzey Kurmanci lehçesi latin alfabesiyle yazılagelmektedir.
Kürtçe'nin bütün lehçelerini aynı oranda bilen ve kullanabilen Bedirxan bu süreçte yabancı dillerden Kürtçe'ye geçen ses ve sözcükleri, Kürtçe'nin kaybolmaya yüz tutmuş öz ses ve harflerini birbirinden ayırt etmeye çalışıyor. Hawar'ın sayfalarında dil tartışmalarıyla birlikte, lehçelerin ulusal bir dil ekseninde kesişmesini ve hatta Kürt bayrağı üzerinde tanımlamalar bile yapmaktadır. (2)
Hawar ile Bedirxan yarı Türkçe-yarı Kürtçe yaşam tarzından vazgeçiyor. Hawar'da sadece Kürtçe yazmakla kalmıyor, Kürtçe'nin bütün lehçelerinin ortak alfabeyi kullanmalarını özendirici çabalarını sürdürerek dil birliğinin temel taşını atıyor. Tek amacı Kürtleri dilleriyle tanıştırmak, başka bir deyişle kendi kimlikleriyle tanıştırmak olan Bedirxan'daki Kürt teması ise kardeşlik, birlik, dostluk ve dayanışma içerir.
Ama sessizliğin hüküm sürdüğü bir dönem, Kürtlerin kırıldığı, korkunun ve sürgünün yaşama sindiği yıllardır. Okur yazar Kürt oranı çok yetersiz, olanlarsa dillerine yakın değildir. Osman Sebrî, Cigerxwîn, Qedrî Can ve Nureddîn Zaza gibi Kürt ulusunun kalbine yurtseverlikleriyle taht kurmuş güçlü kalemlerin yetiştiği okuldur Hawar.
Siyasetten elini çeker çekmez bütün zamanını Kürt dili ve edebiyatına veriyor Bedirxan. Çalışmalarında hep yarının amaçlandığını bugünden görüyoruz.
ÜÇ LEHÇE ÜÇ ALFABE
Hawar, ağırlıkla Kurmanci diyalekti ile yayın yapmasına karşın az da olsa "Sorani" ve "Zazaki" yazılara yer vermiştir. Bu pratikten şu sonuç çıkıyordu; Latin alfabesi işlevsel olan bu üç diyalektin yazı gereksinimini karşılıyordu. Buna karşın, dergi yayın sürecinde öne çıkan hem alfabe, hem de diğer gramatiksel sorunları yine yayın pratiği içinde aşmaya çalıştı. Bedirxan'ın en büyük rüyası Kürtçe'nin diğer diyalektlerinin de Latin alfabesiyle yazılmasıydı ve bunu sürekli savundu. Ancak, Kürtlerin politik statüsü, farklı sonuçların doğmasına neden oldu ve Kürtçe üç farklı alfabe ile yazılmaya başlandı. Kafkasya ve Rusya'daki Kürtler Kiril alfabesini kullanırken, Irak ve İran'daki parçalarda eski harfli Aramî alfabe kullanmaya devam etti. SSCB toprakları üzerinde yaşayan Kürtler Kiril alfabesiyle, Kuzey Kürdistan ile Suriye egemenliğinde yaşayan Kürtlerse Latin alfabesini kullanmaya başladı.
Gerçi SSCB'nin dağılmasıyla orada yaşayan Kürtler hızla Latin alfabesini kullanmaya başladı ancak Güney ve Doğu Kürtleri ağırlıklı olarak Arap alfabesini kullanmaya devam ediyor. Son yıllarda Avrupa'da yaşayan Doğu ve Güney Kürdistanlı çok sayıda aydının Latin alfabesiyle yazmaya başlaması da gelecekte ortak alfabe kullanımı için umut ışığı olarak görülmektedir.
HAWAR'IN YAZARLARI
Celadet Bedirxan, Kamûran Bedirxan, Osman Sebrî, Nûredîn Zaza, Subhiyê Diyarbekirî, Qedrîcan, Cemîl Paşa'nın oğulları, Rewşen Bedirxan ve adlarını burada sayamayacağımız çok sayıda Kürt aydını Hawar'ın yazar kadrosunun içinde yeralıyordu.
Celadet Bedirxan dergide gerçek ismi haricinde başka isimlerle de makele ve dil sorunu üzrine diksiyon yazıları yazmakaydı. Bazen "Bavê Cemşîd" ve "Sînemxanê", çoğu zaman da "Herekol Ezîzan" adını kullanmaktaydı.
"Bişarê Segman" ismiyle yazılmış çok sayıda kaliteli makeleler vardır ki, bunların da Celadet tarafından yazılmış olabileceği tahmin ediliyor.
II.Dünya Savaşı'nı konu alan yazıların altındaki "Nêrevan" rumuzunun da Celadet Beirxana ait olduğu düşünülmektedir.
"KİMSE HAWAR'I OKUMUYOR"
"Üstadım,
Bugün postayla adresime beş adet Hawar geldi. Umarım bundan böyle bana yalnızca bir adet dergi gönderirsiniz. Çünkü kimse Hawar'ı okumuyor..."
Hebeş Smaîn, Mektele, 24/7/1941.
Bu sözler bundan tam altmış bir yıl önce yaşayan bir Hawar okurunun Mir Celadet'e gönderdiği mektupta geçiyor. Kendisine gönderilen Hawar dergilerini halka dağıtamadığını, çünkü okunmadığını, bu nedenle yalnızca kendisinin okuması için tek bir tane gönderilmesini istiyor. Korkunç zorluklar ve teknik imkansızlıklarla çıkan Hawar'ın bir dağıtımcının nezdindeki değerini ifade etmek açısından çok isabetli bir örnek. Bedirxan ise bu mektubu yayınlıyor ve Kürtlerin gerçeğini yansıtıyor Kürt okurlarına. O da sitemlerini sıralıyor. Kürtlerin de diğer uluslar gibi kendi değerlerine sahip çıkmaları gerektiğini öğütlüyor. El üstünde tutulması gereken Hawar'a Kürtler sahip çıkmıyor, onu gören yüzünü çeviriyor ve çoğu kimse yapabileceği en ufak bir katkıyı bile esirgiyordu.(3)
Ancak Bedirxan eşsiz bir tutkuyla Kürtçe yazı ve dergicilik işine yılmadan kendini vermişti. Üstad Bedirxan 12 yıl içerisinde, okursuz ve desteksiz bir zorluk ortamında geride 57 sayı dergi bıraktı.
GÜNÜMÜZDEKİ DURUM
Kürtçe dil birliği arzusu, hemen tüm Kürtlerin ortak amacıdır. Ancak sömürgeci sistemin yarattığı parçalı ülke hali ile birlikte, güney ve doğu parçalarında eski harfli alfabe kullanımı da sürüyor. Özellikle 1960'lı yıllardan beri, güney Kürtlerinin göreceli de olsa elde ettiği Kürtçe dili ile eğitim kazanımı var ve bu statü içinde teorik olarak 'Aşağı Kurmanci' olarak adlandırılan 'Sorani' diyalekt, yazım sorunlarını önemli oranda aşmış ve belli bir standart yaratarak hem günlük yaşamda, hem de eğitim alanında kullanılıyor. (4)
Kürtçe'nin latin alfabesiyle yazılmasının mimarı büyük yurtsever ve dibilimcisi Mir Celadet Bedirxan'ın ekolü hiç sözkonusu tartışmalar ekseninde tayin edici role sahiptir. Ancak bilimsel metodu temel alan yaklaşımların her zaman yeniliği öngürdüğü ve eleştiriyi bunun kamçılayıcı ögeci olarak kullanacağı tartışılmazdır. Dillerin birbiriyle etkileşimlerinin çok yoğun olduğu teknolojik 21. yüzyılda, arkasında dipdiri bir halk potinsiyeli bulunan Kürtçe'nin çağa uyarlanması yönünde yenilikçi birtakım teklifler ile bu teklifleri Mir Celadet Bedirxan'ın başlattığı geleneğe aykırı olarak nitelendiren tutucu bir kesimin varlığından sözetmek gerekiyor. C. Bedirxan'ı tartışmasız bir dille adeta peygamberleştirme tutumu haklı olarak dilin yenilenmesi çabaları önünde engel olarak durmaktadır.
Tartışmalar her ne kadar 'ç' ve 'ş' harfleri ekseninde yürütülüyor olsa da, (bunun yerine 'Ch' ve 'Sh' harfleri öneriliyor) aposroflu harflerin çoğuna dönük aynı tartışmalar yapılmaktadır. Bugün dilimizi kullanım alanı zengin dillerle eşit düzeye getirmenin maddi ve inanç yönü herzamankinden daha elverişli.
Güney Kürdistan'ın, Behdinan bölgesinde kuzeyle ve dolayisiyle batı dünyasıyla olan sosyal-ticari ilişkilerinden olsa gerek, Latin alfabesine dönük bir ilgi sözkonusu. Soran mıntıkası uzun süre kendini kapattıysa da son zamanlarda YNK'ye yakın yayınlarıyla bilinen KTV'de birçok haber ve ifade Latin alfabeyle altyazı biçiminde verilmeye başlanmıştır. Elbette bunlar Kürtçe'nin birliği konusunda umut verici gelişmelerdir. Bugün dilimizi kullanım alanı zengin dillerle eşit düzeye getirmenin maddi ve inanç yönü herzamankinden daha elverişli.
Ancak siyasetin belirleyici olduğu günümüz dünya gerçeğinde Kürtlerin dil birliğinin de siyasal birliktelikten geçtiğini unutmayalım.
Dört lehçeyi tek alfabede birleştirmek hem dil birliğini sağlayacak, hem de ulusal birliği pekiştirecektir. Bunun için Güney Kürdistan'a dönük bir alfabe kampanyası tam anlamıyla dönemsel adım olacaktır.
Arık Kürtçe'ye, bu dilde yazılmış yayınlara her zamankinden çok daha ilgi var. Öğrenme isteğinin doğurduğu şevkle Kürtçe'nin anlatım derinliği birçoklarınca yeni keşfediliyor. Ve eğer Hebeş Smain bugün yaşıyor olsaydı büyük bir ihtimalle mektubunu şöyle yazacaktı:
"Üstadım,
Bana göndermiş olduğunuz beş Hawar elime geçti. Umarım bundan böyle bana on tane gönderirsiniz. Çünkü Hawar çok okunuyor..."
Kaynakça :
1- Rojan Hazım, 4 Şubat 2001, İkibinde Yenigündem
2- Mustafa Reşid, Hiwa
3- Firat Cewerî, Nêdem 27.sayı
4- Rojan Hazım a.g.e.
5- Arif Zerevan, 15 Eylül 1988
Kürtçe Alfabe
Aa Bb Cc Çç Dd Ee æê Ff Gg Hh
Ii Îî Jj Kk Ll Mm Nn Oo Pp Qq
Rr Ss ŞŞ Tt Uu óû Vv Ww Xx Yy Zz
Hawar'ın 15 Mays 1932 tarihli ilk sayısı
Şam'da Hawar'ın ilk sayısını çıkaran Celadet Bedirxan'ın kullandığı daktilonun bugün Almanya ve İngiltere'de kullanılan türden olduğu biliniyor. Dilimizdeki aposroflu Ş ve Ç harflerinin ise Türkiye'den etkilenme sonucu kabul edildiği görüşü var. Bu nedenle, 'I' sesinin 'i' harfiyle, 'İ' sesinin ise 'î' harfiyle verilmesi daktilonun yapısına bağlanmaktadır. Çünkü 'ı' harfini vermek isterken "İ", "İ" harfini ayırt etmek isteyince de üstüne şapkayı koyuyor.
Örneğin Kürtçe'de "U" olarak yazılan "Ü" sesinin bulunmadığını, bunun aslının "Wi" olduğunu söylüyor. Kwirmanci olan öz sözcüğün "Kurmanci" olarak değiştirildiğini ifade ediyor.
Hawar yayınladığı 57 sayının çoğunda ağırlıklı olarak Kurmanci diyalektinde yazılar yayınlarken az da olsa Zazaki ve Sorani diyalektlerinde de yazılar yayınlıyor. Celadet Bedirxan, Hawar dergisinde periyodik olarak 1Ğ12, 17Ğ18 ve 23. sayılarında alfabe tartışmaları yapıyor, "î" ve "û" harfleri üzerine uzun uzun duruyor ve bütün bu tartışmaları sonradan derleyerek bir kitap haline getiriyor. Kürtçe Grameri'nin Temelleri başlıklı tartışma konusunu da Hawar'ın 27Ğ35, 37, 40, 42Ğ48, 50Ğ51 ve 53Ğ54 sayılarında yayınlıyor.
Hawar, Jin'de ortaya çıkan tecrübeler ışığında Latin alfabesiyle yayın hayatını sürdürürken Kürtçe'nin işlevsel kılanabilmesi için bir dizi dil tartışmalarını geliştirdi. Örneğin bugün "Q" olarak kullandığımız ses o zaman 'k" olarak, "K" sesi de "Q" olarak kullanılıyor. Hawar'ın yukarıdaki kapağında da görüldüğü gibi Komela Kurdi ismi Qomela Qurdi olarak yazılmışr. Alfabenin çok sayıda harften oluşmasına sıcak bakmayan Celadet 31 harfli alfabenin işlevsel bir Kürtçe için en uygun alfabe olarak kabul etti.
Diğer bir gramer tartışmasını ise Roger Lescoti'nin Fransızca olarak yayınladığı (Grammaire kurde Ğ dialecte kurmandji) kitabında bulmak mümkün. Ancak Lescoti'nin bu kitabı bugüne kadar Kürtçe'ye çevrilemediği için herhangi bir düşünce belirtmek durumunda değiliz.
Hawar'da Kürdistan Bayrağı
"...Ala Kurdan, ji jor ber bi jêr ve, ser hev, sor, sipî û kesk e, di nava wê de roj diçirise. ("Welat, Welatînî û Al", Hawar, No: 9 (30 Îlon 1932), r. 1-2)
( Hawar, sayı 1. Yil 1932 )
Anadilde eğitimin gündemleştiği bugünlerde birçok çevre Kürtçe'nin tarihini ve yapısını merak etmeye başladı. Dil etrafında cereyan eden siyasal yoğunlaşma elbette bu dilin bütün inceliklerini öğrenmeyi de gerekli kılacaktı. Önemi tartışılmaz olan bu konudaki bir araştırmanın sürece yapacağı en ufak katkısı bu yazının ilhamı oldu.
Tarih boyunca Kürtçe değişik alfabelerle yazılagelmiştir. Örneğin Yezidilerin Kutsal kitaplarından Kitêbê Cilwe'nin Arap alfabesi gibi sağdan sola yazılan farklı ve özgün bir alfabeyle yazılmış bir nüshası 1911'de Viyana'da yayınlanmıştır. Yine bazı komşu halkların, örneğin Süryani ve Ermenilerin de geçmişte kendi ulusal alfabeleriyle yazdıkları Kürtçe birçok kitap mevcuttur. İslamiyetin Kürtlere zorla benimsetilmesinden sonra ise diğer birçok Müslüman topluluk gibi Kürtler de Arap alfabesini kullanmaya başladı. Talihsizliğin ve dilde bölünmenin nedeni olan bu durum yaklaşık olarak l930'lara dek devam etti.
Kürtçe'nin okunup yazılması despotça bir tutumla ve gayri insani yasalarla yasaklandığı için bir anda sıfıra düşen Kürtçe okuma yazma oranında daha sonraki yıllarda da değişme olmadı. Bunun tek istisnası Kürdistandaki medreselerde Kürt diliyle geleneksel dinsel eğitim gören "feqî" ve "melle"ler idi. Bunlar, Arap alfabesini bildikleri için bu alfabeyle yazılmış olan eski Kürtçe kitapları okuma olanağını korudular. Bunların dışında TC'nin kuruluşundan 1990'ların başına kadar döneminin Kürt kuşakları yüzlerce yıllık bir birikimin ifadesi olan yazılı Kürt ürünlerini okuma olanaklarını yitirdiler. Geçmiş kuşaklarla yeni kuşaklar arasındaki kültürel köprüler bu anlamda yıkıldı. Çünkü cumhuriyet Kürtlere kendi dillerinde okuma ve yazmayı yasaklamıştı. Yeni kuşaktan yasakları göze alan cesur araştırmacılar ise Arap alfabesini bilmedikleri için Kürtçe'nin tüm zenginliğini taşıyan Mem û Zîn'i, Melayê Cizîrî'yi, Hezanlı Ehmedê Xasî'yi okuyamıyorlardı.
MİR CELADET'İN TARİHİ ÇABALARI
Cumhuriyet Türkiye'sinin 1927 yılında resmen kabul ettiği alfabe üzerinde Kürt dilbilimcileri çok önce çalışmaya başlamıştı. Ancak hayata geçişi 1932'den sonra gerçekleşebilmiştir.
Kürtçe bugün 31 harflik alfabeyle yazım alanında kullanılıyor, bu harfler ilk kez 1918 yılında Mîr Celadet Elî Bedirxan (1893Ğ1951) tarafından yazılan Elîfba Kurdî adlı kitapta kullanıldı. Bu nedenle bugün latin alfabeyi kullanan bütün Kürtler Mir Celadet Bedirxan'ın belirlediği çerçeveye itibar ederek onun koyduğu formel kuralları kabul etmektedirler.
Bu arada Güney Kürdistan'da Xelîl Xeyalî ve Tewfik Wehbi'nin dil ve edebiyat konusundaki çabaları Bedirxan'ın umutlarını kamçılamıştır.
Bağdat'ta Tewfiq Wehbi öncülüğünde biraraya gelen bir grup Kürt aydını 1918 yılında Gelawêj adında bir dergi çıkarmaya başlamıştı. Kuzeyde ise aynı yıl yıllarında İstanbul'da eski alfabeyle Jîn adlı dergi yayınlanıyor.
Ancak Jîn ilk sayısından itibaren ateşli eleştirelere maruz kalmaktadır. Çünkü birçok harf gerçek anlamının dışında kullanılınca dil çevrelerinden ve okurlarınının tepkisini çekiyor. Okurların gösterdiği tepkiye, "Ne yapalım, ari bir dil sami alfabesiyle ancak bu şekilde yazılabilir, ibret olsun" diye savunma yapan dergi yöneticileri aslında Kürtçe'nin latin alfabeye geçmesine vesile oldular. (1)
Mir Celadet Bedirxan, ulusal dilde alfabe birliğini sağlamak ve mevcut çalışmaları derlemek için Güney Kürdistanlı dilbilimcisi Tewfik Wehbi ile randevulaşarak Şam'da görüşüyor, ancak zamanın bilinen elverişsizliği nedeniyle bu çaba sonuca ulaşamıyor.
LATİN ALFABESİYLE İLK DERGİ: HAWAR
Hawar dergisinin 15 Mayıs 1932'de Şam'da yayına başlamasına kadar ortada dil eksenli ciddi bir çalışmaya rastlanmıyor. Ancak Celadet Bedirxan'ın İstanbul, Almanya ve Şam'da geçirdiği sözkonusu 14 yılı bugün kullanmakta olduğumuz alfabe üzerinde yoğunlaşarak geçirdiğini sonraki çalışmalarından anlıyoruz.
İlk 23.sayısına kadar yarı Arami (yani eski Arap-İran alfabesi) yarı Latin alfabesiyle yayınlanan Hawar 24.sayısıyla birlikte tümüyle Latin alfabesine geçiyor. O gün bugündür Kurmanciya Bakur dediğimiz kuzey Kurmanci lehçesi latin alfabesiyle yazılagelmektedir.
Kürtçe'nin bütün lehçelerini aynı oranda bilen ve kullanabilen Bedirxan bu süreçte yabancı dillerden Kürtçe'ye geçen ses ve sözcükleri, Kürtçe'nin kaybolmaya yüz tutmuş öz ses ve harflerini birbirinden ayırt etmeye çalışıyor. Hawar'ın sayfalarında dil tartışmalarıyla birlikte, lehçelerin ulusal bir dil ekseninde kesişmesini ve hatta Kürt bayrağı üzerinde tanımlamalar bile yapmaktadır. (2)
Hawar ile Bedirxan yarı Türkçe-yarı Kürtçe yaşam tarzından vazgeçiyor. Hawar'da sadece Kürtçe yazmakla kalmıyor, Kürtçe'nin bütün lehçelerinin ortak alfabeyi kullanmalarını özendirici çabalarını sürdürerek dil birliğinin temel taşını atıyor. Tek amacı Kürtleri dilleriyle tanıştırmak, başka bir deyişle kendi kimlikleriyle tanıştırmak olan Bedirxan'daki Kürt teması ise kardeşlik, birlik, dostluk ve dayanışma içerir.
Ama sessizliğin hüküm sürdüğü bir dönem, Kürtlerin kırıldığı, korkunun ve sürgünün yaşama sindiği yıllardır. Okur yazar Kürt oranı çok yetersiz, olanlarsa dillerine yakın değildir. Osman Sebrî, Cigerxwîn, Qedrî Can ve Nureddîn Zaza gibi Kürt ulusunun kalbine yurtseverlikleriyle taht kurmuş güçlü kalemlerin yetiştiği okuldur Hawar.
Siyasetten elini çeker çekmez bütün zamanını Kürt dili ve edebiyatına veriyor Bedirxan. Çalışmalarında hep yarının amaçlandığını bugünden görüyoruz.
ÜÇ LEHÇE ÜÇ ALFABE
Hawar, ağırlıkla Kurmanci diyalekti ile yayın yapmasına karşın az da olsa "Sorani" ve "Zazaki" yazılara yer vermiştir. Bu pratikten şu sonuç çıkıyordu; Latin alfabesi işlevsel olan bu üç diyalektin yazı gereksinimini karşılıyordu. Buna karşın, dergi yayın sürecinde öne çıkan hem alfabe, hem de diğer gramatiksel sorunları yine yayın pratiği içinde aşmaya çalıştı. Bedirxan'ın en büyük rüyası Kürtçe'nin diğer diyalektlerinin de Latin alfabesiyle yazılmasıydı ve bunu sürekli savundu. Ancak, Kürtlerin politik statüsü, farklı sonuçların doğmasına neden oldu ve Kürtçe üç farklı alfabe ile yazılmaya başlandı. Kafkasya ve Rusya'daki Kürtler Kiril alfabesini kullanırken, Irak ve İran'daki parçalarda eski harfli Aramî alfabe kullanmaya devam etti. SSCB toprakları üzerinde yaşayan Kürtler Kiril alfabesiyle, Kuzey Kürdistan ile Suriye egemenliğinde yaşayan Kürtlerse Latin alfabesini kullanmaya başladı.
Gerçi SSCB'nin dağılmasıyla orada yaşayan Kürtler hızla Latin alfabesini kullanmaya başladı ancak Güney ve Doğu Kürtleri ağırlıklı olarak Arap alfabesini kullanmaya devam ediyor. Son yıllarda Avrupa'da yaşayan Doğu ve Güney Kürdistanlı çok sayıda aydının Latin alfabesiyle yazmaya başlaması da gelecekte ortak alfabe kullanımı için umut ışığı olarak görülmektedir.
HAWAR'IN YAZARLARI
Celadet Bedirxan, Kamûran Bedirxan, Osman Sebrî, Nûredîn Zaza, Subhiyê Diyarbekirî, Qedrîcan, Cemîl Paşa'nın oğulları, Rewşen Bedirxan ve adlarını burada sayamayacağımız çok sayıda Kürt aydını Hawar'ın yazar kadrosunun içinde yeralıyordu.
Celadet Bedirxan dergide gerçek ismi haricinde başka isimlerle de makele ve dil sorunu üzrine diksiyon yazıları yazmakaydı. Bazen "Bavê Cemşîd" ve "Sînemxanê", çoğu zaman da "Herekol Ezîzan" adını kullanmaktaydı.
"Bişarê Segman" ismiyle yazılmış çok sayıda kaliteli makeleler vardır ki, bunların da Celadet tarafından yazılmış olabileceği tahmin ediliyor.
II.Dünya Savaşı'nı konu alan yazıların altındaki "Nêrevan" rumuzunun da Celadet Beirxana ait olduğu düşünülmektedir.
"KİMSE HAWAR'I OKUMUYOR"
"Üstadım,
Bugün postayla adresime beş adet Hawar geldi. Umarım bundan böyle bana yalnızca bir adet dergi gönderirsiniz. Çünkü kimse Hawar'ı okumuyor..."
Hebeş Smaîn, Mektele, 24/7/1941.
Bu sözler bundan tam altmış bir yıl önce yaşayan bir Hawar okurunun Mir Celadet'e gönderdiği mektupta geçiyor. Kendisine gönderilen Hawar dergilerini halka dağıtamadığını, çünkü okunmadığını, bu nedenle yalnızca kendisinin okuması için tek bir tane gönderilmesini istiyor. Korkunç zorluklar ve teknik imkansızlıklarla çıkan Hawar'ın bir dağıtımcının nezdindeki değerini ifade etmek açısından çok isabetli bir örnek. Bedirxan ise bu mektubu yayınlıyor ve Kürtlerin gerçeğini yansıtıyor Kürt okurlarına. O da sitemlerini sıralıyor. Kürtlerin de diğer uluslar gibi kendi değerlerine sahip çıkmaları gerektiğini öğütlüyor. El üstünde tutulması gereken Hawar'a Kürtler sahip çıkmıyor, onu gören yüzünü çeviriyor ve çoğu kimse yapabileceği en ufak bir katkıyı bile esirgiyordu.(3)
Ancak Bedirxan eşsiz bir tutkuyla Kürtçe yazı ve dergicilik işine yılmadan kendini vermişti. Üstad Bedirxan 12 yıl içerisinde, okursuz ve desteksiz bir zorluk ortamında geride 57 sayı dergi bıraktı.
GÜNÜMÜZDEKİ DURUM
Kürtçe dil birliği arzusu, hemen tüm Kürtlerin ortak amacıdır. Ancak sömürgeci sistemin yarattığı parçalı ülke hali ile birlikte, güney ve doğu parçalarında eski harfli alfabe kullanımı da sürüyor. Özellikle 1960'lı yıllardan beri, güney Kürtlerinin göreceli de olsa elde ettiği Kürtçe dili ile eğitim kazanımı var ve bu statü içinde teorik olarak 'Aşağı Kurmanci' olarak adlandırılan 'Sorani' diyalekt, yazım sorunlarını önemli oranda aşmış ve belli bir standart yaratarak hem günlük yaşamda, hem de eğitim alanında kullanılıyor. (4)
Kürtçe'nin latin alfabesiyle yazılmasının mimarı büyük yurtsever ve dibilimcisi Mir Celadet Bedirxan'ın ekolü hiç sözkonusu tartışmalar ekseninde tayin edici role sahiptir. Ancak bilimsel metodu temel alan yaklaşımların her zaman yeniliği öngürdüğü ve eleştiriyi bunun kamçılayıcı ögeci olarak kullanacağı tartışılmazdır. Dillerin birbiriyle etkileşimlerinin çok yoğun olduğu teknolojik 21. yüzyılda, arkasında dipdiri bir halk potinsiyeli bulunan Kürtçe'nin çağa uyarlanması yönünde yenilikçi birtakım teklifler ile bu teklifleri Mir Celadet Bedirxan'ın başlattığı geleneğe aykırı olarak nitelendiren tutucu bir kesimin varlığından sözetmek gerekiyor. C. Bedirxan'ı tartışmasız bir dille adeta peygamberleştirme tutumu haklı olarak dilin yenilenmesi çabaları önünde engel olarak durmaktadır.
Tartışmalar her ne kadar 'ç' ve 'ş' harfleri ekseninde yürütülüyor olsa da, (bunun yerine 'Ch' ve 'Sh' harfleri öneriliyor) aposroflu harflerin çoğuna dönük aynı tartışmalar yapılmaktadır. Bugün dilimizi kullanım alanı zengin dillerle eşit düzeye getirmenin maddi ve inanç yönü herzamankinden daha elverişli.
Güney Kürdistan'ın, Behdinan bölgesinde kuzeyle ve dolayisiyle batı dünyasıyla olan sosyal-ticari ilişkilerinden olsa gerek, Latin alfabesine dönük bir ilgi sözkonusu. Soran mıntıkası uzun süre kendini kapattıysa da son zamanlarda YNK'ye yakın yayınlarıyla bilinen KTV'de birçok haber ve ifade Latin alfabeyle altyazı biçiminde verilmeye başlanmıştır. Elbette bunlar Kürtçe'nin birliği konusunda umut verici gelişmelerdir. Bugün dilimizi kullanım alanı zengin dillerle eşit düzeye getirmenin maddi ve inanç yönü herzamankinden daha elverişli.
Ancak siyasetin belirleyici olduğu günümüz dünya gerçeğinde Kürtlerin dil birliğinin de siyasal birliktelikten geçtiğini unutmayalım.
Dört lehçeyi tek alfabede birleştirmek hem dil birliğini sağlayacak, hem de ulusal birliği pekiştirecektir. Bunun için Güney Kürdistan'a dönük bir alfabe kampanyası tam anlamıyla dönemsel adım olacaktır.
Arık Kürtçe'ye, bu dilde yazılmış yayınlara her zamankinden çok daha ilgi var. Öğrenme isteğinin doğurduğu şevkle Kürtçe'nin anlatım derinliği birçoklarınca yeni keşfediliyor. Ve eğer Hebeş Smain bugün yaşıyor olsaydı büyük bir ihtimalle mektubunu şöyle yazacaktı:
"Üstadım,
Bana göndermiş olduğunuz beş Hawar elime geçti. Umarım bundan böyle bana on tane gönderirsiniz. Çünkü Hawar çok okunuyor..."
Kaynakça :
1- Rojan Hazım, 4 Şubat 2001, İkibinde Yenigündem
2- Mustafa Reşid, Hiwa
3- Firat Cewerî, Nêdem 27.sayı
4- Rojan Hazım a.g.e.
5- Arif Zerevan, 15 Eylül 1988
Kürtçe Alfabe
Aa Bb Cc Çç Dd Ee æê Ff Gg Hh
Ii Îî Jj Kk Ll Mm Nn Oo Pp Qq
Rr Ss ŞŞ Tt Uu óû Vv Ww Xx Yy Zz
Hawar'ın 15 Mays 1932 tarihli ilk sayısı
Şam'da Hawar'ın ilk sayısını çıkaran Celadet Bedirxan'ın kullandığı daktilonun bugün Almanya ve İngiltere'de kullanılan türden olduğu biliniyor. Dilimizdeki aposroflu Ş ve Ç harflerinin ise Türkiye'den etkilenme sonucu kabul edildiği görüşü var. Bu nedenle, 'I' sesinin 'i' harfiyle, 'İ' sesinin ise 'î' harfiyle verilmesi daktilonun yapısına bağlanmaktadır. Çünkü 'ı' harfini vermek isterken "İ", "İ" harfini ayırt etmek isteyince de üstüne şapkayı koyuyor.
Örneğin Kürtçe'de "U" olarak yazılan "Ü" sesinin bulunmadığını, bunun aslının "Wi" olduğunu söylüyor. Kwirmanci olan öz sözcüğün "Kurmanci" olarak değiştirildiğini ifade ediyor.
Hawar yayınladığı 57 sayının çoğunda ağırlıklı olarak Kurmanci diyalektinde yazılar yayınlarken az da olsa Zazaki ve Sorani diyalektlerinde de yazılar yayınlıyor. Celadet Bedirxan, Hawar dergisinde periyodik olarak 1Ğ12, 17Ğ18 ve 23. sayılarında alfabe tartışmaları yapıyor, "î" ve "û" harfleri üzerine uzun uzun duruyor ve bütün bu tartışmaları sonradan derleyerek bir kitap haline getiriyor. Kürtçe Grameri'nin Temelleri başlıklı tartışma konusunu da Hawar'ın 27Ğ35, 37, 40, 42Ğ48, 50Ğ51 ve 53Ğ54 sayılarında yayınlıyor.
Hawar, Jin'de ortaya çıkan tecrübeler ışığında Latin alfabesiyle yayın hayatını sürdürürken Kürtçe'nin işlevsel kılanabilmesi için bir dizi dil tartışmalarını geliştirdi. Örneğin bugün "Q" olarak kullandığımız ses o zaman 'k" olarak, "K" sesi de "Q" olarak kullanılıyor. Hawar'ın yukarıdaki kapağında da görüldüğü gibi Komela Kurdi ismi Qomela Qurdi olarak yazılmışr. Alfabenin çok sayıda harften oluşmasına sıcak bakmayan Celadet 31 harfli alfabenin işlevsel bir Kürtçe için en uygun alfabe olarak kabul etti.
Diğer bir gramer tartışmasını ise Roger Lescoti'nin Fransızca olarak yayınladığı (Grammaire kurde Ğ dialecte kurmandji) kitabında bulmak mümkün. Ancak Lescoti'nin bu kitabı bugüne kadar Kürtçe'ye çevrilemediği için herhangi bir düşünce belirtmek durumunda değiliz.
Hawar'da Kürdistan Bayrağı
"...Ala Kurdan, ji jor ber bi jêr ve, ser hev, sor, sipî û kesk e, di nava wê de roj diçirise. ("Welat, Welatînî û Al", Hawar, No: 9 (30 Îlon 1932), r. 1-2)
Google Bot Çağirma Nasil Çağrilir
ARAMA MOTORLARI (GOOGLE) BOT ÇAĞIRMA
Web sitenize yeni bir konu veya makale eklediğinizde sitenizin arama motorları tarafından hemen İndexlenmesini istiyorsanız bot çağırmanız gerekir.
Eğer bot çağırmaz, sitenize eklediğiniz konuyu indexletmezseniz biri bu konuyu sitenizden çalıp sizden önde google veya diğer arama motorlarına indexletebilir.
Yeni bir konu eklediğinizde sitenizi hemen indexletmek istiyorsanız yapmanız gereken AutoPinger.com'a girerek sitenizin adresini belirtilen yere yazmak ve gelmesini istediğiniz botların seçimini yapmak sonra "Start Ping" butonuna basıp bekliyorsunuz.
Bir süre sonra sitenizde 20-30 online ziyaretçi olduğunu göreceksiniz. Onlar ziyaretci değil sevimli botlardır.
30 Ocak 2011 Pazar
3000 yıllık Kürt kralının mezarı bulundu...
3000 yıllık Kürt kralının mezarı bulundu...
Kurdistan’ ın doğusunda Sinê şehrinde bir Kürt kralına ait 3000 yıllık bir mumyanın bulunduğu Urmîye com tarafından bildirildi. Iran devleti, Kürt tarihini çarpıtmak, Kürt’ lere ait belge ve dökümanların kamuoyu tarafından bilinmesini engellemek için, Kürt kralına ait mezar ve mumyası olayını örtbas etmek istedi.
Urmiye com yazdığı habere göre Kürt kralının mumyası Zağros dağlarının eteğinde bulunan Sinê şehrinin Hesenawa köyünde bulunduğu mezar veKürt kralının mumyası kameraya alındığını yazdı.
Kurdistan’ ın doğusunda bulunan mezarda kralın yanısıra, kralın mezarının çevresinde 5 muhafızın mezarınında bulunduğu ifade edildi. Iran devleti, Kurdistan’ ında yaptığı tüm arkeolojik kazılar ve kazılarda bulunan belge ve dökümanlar, halka açıklanmayıp, halktan gizli tutulup daha sonra ortaya çıkar kazılar tahrif edilerek Iran tarihine mal ediliyordu.
İran devleti yine ayni yöntemi uygularak Kürt kralına ait bir belge, döküman ve mumyanın bulunmadığı, bu yöndeki haberlerin yalan ve söylenti olduğunu bildirdi. İran devletinin bu idiasının yalan olduğu kısa süre ortaya çıktı.
Iran rejimi tarafında Hesenawa köyünde yapılan kazılarda ortaya çıkan belge, döküman ve Kürt kralı ve 5 muhafızı köylüler tarafından cep telefonları ve videolara alınıp Newroz tv tarafından yayınlanmasından sonra şok oldular.
3000 yıllık Kürt kralının mumyasının Newroz tv’ de yayınlanmasından sonra olayı çarpıtmak için, İran rejimi, mezarda mumya bulunmadığı sadece 3000 yıl öncesine ait bir mezarda insan iskeletinin bulunduğu yönünde yalan propağandalarına başladı. İran devletinin korkusu, Kürt kültür tarih ve uygarlığının, İran kültür, tarih ve uygarlığından daha eski ve Arya uygarlığının öncüsünün Kürt’ ler olduğu gerçeğinin ortaya çıkmasıdır.
Bu gerçeğin ortaya çıkmaması için Kurdistan’ ın doğusunda yapılan bütün arkeolojik kazılar çarpıtılarakve İran uygarlığının bir parçası olarak lanse ediliyor.
İran devleti bu kez fena yakalandı.....
Kurdistan’ ın doğusunda Sinê şehrinde bir Kürt kralına ait 3000 yıllık bir mumyanın bulunduğu Urmîye com tarafından bildirildi. Iran devleti, Kürt tarihini çarpıtmak, Kürt’ lere ait belge ve dökümanların kamuoyu tarafından bilinmesini engellemek için, Kürt kralına ait mezar ve mumyası olayını örtbas etmek istedi.
Urmiye com yazdığı habere göre Kürt kralının mumyası Zağros dağlarının eteğinde bulunan Sinê şehrinin Hesenawa köyünde bulunduğu mezar veKürt kralının mumyası kameraya alındığını yazdı.
Kurdistan’ ın doğusunda bulunan mezarda kralın yanısıra, kralın mezarının çevresinde 5 muhafızın mezarınında bulunduğu ifade edildi. Iran devleti, Kurdistan’ ında yaptığı tüm arkeolojik kazılar ve kazılarda bulunan belge ve dökümanlar, halka açıklanmayıp, halktan gizli tutulup daha sonra ortaya çıkar kazılar tahrif edilerek Iran tarihine mal ediliyordu.
İran devleti yine ayni yöntemi uygularak Kürt kralına ait bir belge, döküman ve mumyanın bulunmadığı, bu yöndeki haberlerin yalan ve söylenti olduğunu bildirdi. İran devletinin bu idiasının yalan olduğu kısa süre ortaya çıktı.
Iran rejimi tarafında Hesenawa köyünde yapılan kazılarda ortaya çıkan belge, döküman ve Kürt kralı ve 5 muhafızı köylüler tarafından cep telefonları ve videolara alınıp Newroz tv tarafından yayınlanmasından sonra şok oldular.
3000 yıllık Kürt kralının mumyasının Newroz tv’ de yayınlanmasından sonra olayı çarpıtmak için, İran rejimi, mezarda mumya bulunmadığı sadece 3000 yıl öncesine ait bir mezarda insan iskeletinin bulunduğu yönünde yalan propağandalarına başladı. İran devletinin korkusu, Kürt kültür tarih ve uygarlığının, İran kültür, tarih ve uygarlığından daha eski ve Arya uygarlığının öncüsünün Kürt’ ler olduğu gerçeğinin ortaya çıkmasıdır.
Bu gerçeğin ortaya çıkmaması için Kurdistan’ ın doğusunda yapılan bütün arkeolojik kazılar çarpıtılarakve İran uygarlığının bir parçası olarak lanse ediliyor.
İran devleti bu kez fena yakalandı.....
Kürt Kelimesinin etimolojisi
Kürt Kelimesinin etimolojisi Kürt” ismi dünya tarihi var olduğu dönemden bugüne süre gelebilmiş en eski halk isimlerinden biridir, belkide en eskisidir.
Kürt teriminin temelinde '''KUR''' kelimesi yatmakta olup Sümer kökenlidir. Sümerce'de KUR, dağ demektir. '''Tİ''' eki aidiyeti ifade eder. Böylelikle '''KURTİ''' kelimesi dağlılar, dağlı halk anlamına gelmektedir. Milattan önce 3000'lere kadar dayanmaktadır.
O çağlarda insanlara coğrafyalarıyla veya yaşam tarzlarıyla bağlantılı adlar verilirdi. Kurdistan coğrafyası bilindiği gibi dağlık bir bölgedir. Kürtler bu dağlık coğrafyada binlerce yıldır yaşayan çok eski ve tarihi bir halkdır.
Sümercedeki KURTİ, Greklerede Kurdienne (Kürt memleketi) diye geçmiştir.
Bir Sümer tabletinde Kurtie adı altında yer alan halkın veya Kardakalar'ın eski tabletlerde adı geçen Proto-Kürt kavimler olduklarına bilim adamlarının inançları var.
The Name Kurd And İts Philological Connections adlı yazısında Driver, listesini yazıtlardan çıkardığı Karda , Karduki, Gord, Kord, Kardakes, Kyrtii, vd gibi sonekleri farklı dillere göre değişse de hepsi ortak bir '''krd/krt''' öğesi içeren tüm bu adların aynı kökten geldikleri ve etnik olarak ilişkili oldukları sonucuna varmıştır.
Milattan önceki tarihlerde Mezopotamya’da tarih sahnesine çıkmış birçok topluluğun Kürt olması büyük ihtimaldir. Mesela isimleri tarihlerde anılan; Subarlar, Guti, Lulu, Kusi, Kasit, Mitani, Mannai, Urartu, Cyrtii (Kyrti/Kur-ti-i, Kimmer, Kardu, Med v.s. gibi kavimlerin çoğu Kürddür.
EN AZ 5000 YILLIK BİR HALK ADIDIR.
Tarihi yazıtlarda "Gutium" ismi geçiyor.
Yine MÖ 2200 yıllarında yaşamış Gutiler Zagros dağlarının bir halkıdır ve günümüzde Soran Kürdlerine yakın durmaktadırlar. Sümercede Gud = öküz demektir ve halen Kürtçede bu manada kullanılmaktadır. ‘Guti’ ise sığırlı halk topluluğu anlamına gelmektedir.
Zagros dağları ve Aşagi Zap nehrinin kıyılarında yaşayan ve bu günkü Kürtlerin atalarından biri olan Gutiler, M.Ö. 2700 yıllarında müstakil bir devlet kurar, Mezopotamya ve çevresindeki verimli topraklara yerleşirler.
Mezopotamya kuzeyindeki Akad memleketlerini MÖ. 2649 yillarinda işgal edip tam iki asra yakın, Sümer ve Akadları idare ettiler.
Babiller - Kurdlere Garda ve Karda derlerdi.
Asuriler - Kurdlere Qurti and Guti derlerdi.
Grekler - Kurdlere Kardukh ve Gordukh derlerdi.
Ermeniler - Kurdlere Gortukh veya Gortai-kh derlerdi.
Persler - Kurdlere Gurd veya Kurd derlerdi.
Süryaniler Kardu and Kurdaye derlerdi.
ibraniler ve Keldaniler - Kurdlere Kurdaye derlerdi.
Aramaik ve Nesturiler - Kurdlere Kadu derlerdi.
Erken islamik dönemlerin Arap yazarları Kurd (çoğul Akrad) derlerdi.
Avrupalılar ise milattan 7. asırdan sonra ise Kurd demişlerdir
Kürt teriminin temelinde '''KUR''' kelimesi yatmakta olup Sümer kökenlidir. Sümerce'de KUR, dağ demektir. '''Tİ''' eki aidiyeti ifade eder. Böylelikle '''KURTİ''' kelimesi dağlılar, dağlı halk anlamına gelmektedir. Milattan önce 3000'lere kadar dayanmaktadır.
O çağlarda insanlara coğrafyalarıyla veya yaşam tarzlarıyla bağlantılı adlar verilirdi. Kurdistan coğrafyası bilindiği gibi dağlık bir bölgedir. Kürtler bu dağlık coğrafyada binlerce yıldır yaşayan çok eski ve tarihi bir halkdır.
Sümercedeki KURTİ, Greklerede Kurdienne (Kürt memleketi) diye geçmiştir.
Bir Sümer tabletinde Kurtie adı altında yer alan halkın veya Kardakalar'ın eski tabletlerde adı geçen Proto-Kürt kavimler olduklarına bilim adamlarının inançları var.
The Name Kurd And İts Philological Connections adlı yazısında Driver, listesini yazıtlardan çıkardığı Karda , Karduki, Gord, Kord, Kardakes, Kyrtii, vd gibi sonekleri farklı dillere göre değişse de hepsi ortak bir '''krd/krt''' öğesi içeren tüm bu adların aynı kökten geldikleri ve etnik olarak ilişkili oldukları sonucuna varmıştır.
Milattan önceki tarihlerde Mezopotamya’da tarih sahnesine çıkmış birçok topluluğun Kürt olması büyük ihtimaldir. Mesela isimleri tarihlerde anılan; Subarlar, Guti, Lulu, Kusi, Kasit, Mitani, Mannai, Urartu, Cyrtii (Kyrti/Kur-ti-i, Kimmer, Kardu, Med v.s. gibi kavimlerin çoğu Kürddür.
EN AZ 5000 YILLIK BİR HALK ADIDIR.
Tarihi yazıtlarda "Gutium" ismi geçiyor.
Yine MÖ 2200 yıllarında yaşamış Gutiler Zagros dağlarının bir halkıdır ve günümüzde Soran Kürdlerine yakın durmaktadırlar. Sümercede Gud = öküz demektir ve halen Kürtçede bu manada kullanılmaktadır. ‘Guti’ ise sığırlı halk topluluğu anlamına gelmektedir.
Zagros dağları ve Aşagi Zap nehrinin kıyılarında yaşayan ve bu günkü Kürtlerin atalarından biri olan Gutiler, M.Ö. 2700 yıllarında müstakil bir devlet kurar, Mezopotamya ve çevresindeki verimli topraklara yerleşirler.
Mezopotamya kuzeyindeki Akad memleketlerini MÖ. 2649 yillarinda işgal edip tam iki asra yakın, Sümer ve Akadları idare ettiler.
Babiller - Kurdlere Garda ve Karda derlerdi.
Asuriler - Kurdlere Qurti and Guti derlerdi.
Grekler - Kurdlere Kardukh ve Gordukh derlerdi.
Ermeniler - Kurdlere Gortukh veya Gortai-kh derlerdi.
Persler - Kurdlere Gurd veya Kurd derlerdi.
Süryaniler Kardu and Kurdaye derlerdi.
ibraniler ve Keldaniler - Kurdlere Kurdaye derlerdi.
Aramaik ve Nesturiler - Kurdlere Kadu derlerdi.
Erken islamik dönemlerin Arap yazarları Kurd (çoğul Akrad) derlerdi.
Avrupalılar ise milattan 7. asırdan sonra ise Kurd demişlerdir
DEH AZMÛNÊN HERÎ SPEHÎ LI DINYAYÊ
DEH AZMÛNÊN HERÎ SPEHÎ LI DINYAYÊ
Çavkanî: Anders Wallerius, Ny Teknik, Swêd
Wergêr: Zagrosê Hajo
Zaneyan gav bi gav çavên me vekirin û kirin ko em bi awayên nû biramin. Azmûnên wan yên bilîmet, çawa hasan in wilo jî înanîkêş in, ew binyata dîtinên me yên nûjen in li ser dinyayê.
Lîsta her deh azmûnên pêşî di fîzyayê de, ev in:
1. Azmûna dukelşan ya xisletên pêlî yên elektronan dide xuyakirin. Claus Jönsson, 1961.
2. Azmûna Galîleo Galîleî ya laşên dikevin. Ew dide xuyakirin ko xurtbûna ketina laşan weke heve, tevlî ko giraniya wan ji hev cuda ye. Galîleo nêzîkî sala 1600î.
3. Azmûna Mîllîkan ya dilopên zeytê. Ji dilopên zeytê yên li ser rûyê avê Mîllîkan mezinbûna bargeya elektroneke tekane (charge on a single electron) da xuyakirin. Sala 1911an.
4. Jihevcudakirina Newton ya hemû rengên di nav tîrêjên rojê de bi alîkariya puwazkê (prism). Isaac Newton, 1665.
5 Azmûna dukelşan ya xisletên pêlî yên ronahiyê dide xuyakirin. Thomas Young, 1801.
6. Azmnûna Pendola badekî ya Cavendish (Cavendish's torsion-bar) hêza rakêşa di nav du baristan (mass) de dide xuyakirin. Henry Cavendish, 1798.
7. Pîvandina Eratosthenes ya goşeya tîrêjên Rojê, çivandina kembera Zemînê da xuyakirin. Eratosthenes, 300 BZ.
8. Azmûna Galileo ya gindirandina gokan li ser rasterûyekî nişîv tawdana giraniyê dide xuyakirin (Galileo's Acceleration Experiment). Galileo Galilei, nêzîkî sala 1600î.
9. Vedîdtina Rutherford ya navika atomê. Ernest Rutherford, 1911an.
10. Pendola Foucault dide xuyakirin ko Zemîn li dora tewereyê (axis) xwe digere.
Deh azmûnan ji her tiştê din bêhtir bandora xwe li jiyana me kir û ew guhert. Ev bi kêmayî li gor xwendevanên kovara "Physics World" e, yên ko bersiva vê pirsê dan: Kîjan azmûn di fîzyayê de ya herî spehî ye?
Azmûnana Eratosthenes jî di nav wan her deh azmûnan de derbas dibe, ya ko bi pîvandina goşeya tîrêjên Rojê çivandina kembera Zemînê, nas kir. Bi alîkariya bîreke kûr û darikekî naskir, ko Roj di ezmanê Misrê de ji yê Yunanistanê bilintir dibe. Gelek salan Berî Zayînê wî bi şaşîtiyeke piçûk 5%, dirêjbûna kembera Zemînê, bi riyên hijmartinî, derxist.
Piştî wî bi du hezar salan Jean Foucaultê fransî da xuyakirin, ko Zemîn li dor xwe dizîvire. Wî pendoleke 30 kîlogramî giran û bi têleke pola ya 17 metran dirêj ve kir û bi zikê Panthéonsê ve dalhêla (hang). Roj û şevekê pendol di ser binê Panthéonsê re heja, di wê demê de fetlekê li dora xwe zîvirî.
Zemîna li dora xwe digere xwedî rakêş e jî. Ta dawiya sala 1500 her kesî behwer dikir ko laşên giran ji yên sivik xurtir dikevin, lê bi tenê dema ko Galileo Galileiyê îtalî çend heyberên xwedî giraniyên cuda ji ser serê birca Pîsa xwehr avêtin, her kesî dît ko bi ew hev re gehane erdê. Dema wî piştre gokên pola danîne ser aliyê jor yê rasterûyekî nişîv (inclined plane) û ew berdan, dîse her kesî dît çawa gok xurtir û xurtir digindirin, bi temamî li gor hevkêşeya tawdanê (acceleration equation) dilivin.
Henry Cavendishê inglîz da xuyakirin ko qanûna rakêşê ne bi tenê li ser Zemînê pêk tê. Bi pendola xwe ya ji du gokên pola çêkirî bû û bi pisteke asoyî ve hilawestî bû, dît çawa gok ber bi laşê zirêçî (lead) giran ve têne kişandin.
Rakêş (gravitation) bi rastî pîşeyê Isaac Newton e. Lê azmûna Newtonê brîtanî ya nayê jibîrkirin, ew e ya ko bi puwazkê (prism) ronahiya rojê ji hev vewejart û şebenga (spectrum) hemû rengên keskesorê ji nav derxist.
Thomas Young, ew jî ji Ingeltra ye, bi azmûna dukelşan ya xisletên pêlî yên ronahiyê, wî da diyarkirin, ko Newton şaş bû dema digot, ko ronahî ji parçikan pêkahtiye. Dema tîrêjên ronayî di nav du kelşan ve derbas dibûn û li aliyê din digehane hev, tîrêjan weke pêlên avê bandor li hev dikirin. Nexşeya têhelkêşiyê (interference pattern) dida xuyakirin ko ronahî pêl e û weke pêlê belav dibe.
Claus Jönssonê elman piştre ew azmûn dîse pêk anî, lê vê carê wî di şûna ronahiyê de elektron bi kar anîn. Ya herî balkêş ew bû ko elektronan jî xisletên pêlî didane nîşandan û nexşeya têhelkêşiyê weke ya pêlên avê bû. Herdû azmûnên dukelşan bingehek ji bingehên fîzyaya laşikan (quantum physics) da pejirandin; ya ko dibêje ko parçik û pêl yek tişt in. Di dawiya dawî de derkete meydanê ko gotina Newton, ya digot ko ronahî ji parçikan biheketiye, dîse rast bû.
Dema pesnê elektronan ne weke pêlan tê dan, ew parçikekî bargekirî (charged particle) tê nîşankirin. Robert Mîllîkanê emerîkî bi azmûna xwe ya dilopên zeytê karîbû mezinbûna bargeya elektroneke tekane bipîve. Di azmûna xwe de wî hişt ko dilopên zeytê di nav du elektrodan de bilivin. Elektronan xwe li dora dilopan dida hev, piştî gelek zêrevaniyan û pîvandinan Mîllîkan dikarîbû bargeya elektroneke tekane nas bke.
Demeke dirêj dihate gomankirin ko elektron bi neutron û protonan re têkilek (ingredient) e di nav kulîçeya pîrozî atomî de. Lê Ernest Rutherfordê inglîz da xuyakirin ko hemû proton di navika atomê de komkirî ne. Wî navika bargekirî ya heliumê li atoman barand, û lê kola çawa ew dibine pîj û parçe, bi vê wî karîbû mezinbûna navika atoman bipîve.
Ji nav her deh azmûnên fîzyayî azmûna Claus Jönssons, ya dukelşan ko xisletên pêlî yên elektronan dide xuyakirin, ya herî spehî tê dîtin. Spehîtiya wê di hemû zelalî, rastîtiya wê de ye û di fîzyaya laşikan (quantum physics) de ye, ev beşê fîzyayê, yê xwediyê dîtaneyê pir bi zor têne qurpandin
Çavkanî: Anders Wallerius, Ny Teknik, Swêd
Wergêr: Zagrosê Hajo
Zaneyan gav bi gav çavên me vekirin û kirin ko em bi awayên nû biramin. Azmûnên wan yên bilîmet, çawa hasan in wilo jî înanîkêş in, ew binyata dîtinên me yên nûjen in li ser dinyayê.
Lîsta her deh azmûnên pêşî di fîzyayê de, ev in:
1. Azmûna dukelşan ya xisletên pêlî yên elektronan dide xuyakirin. Claus Jönsson, 1961.
2. Azmûna Galîleo Galîleî ya laşên dikevin. Ew dide xuyakirin ko xurtbûna ketina laşan weke heve, tevlî ko giraniya wan ji hev cuda ye. Galîleo nêzîkî sala 1600î.
3. Azmûna Mîllîkan ya dilopên zeytê. Ji dilopên zeytê yên li ser rûyê avê Mîllîkan mezinbûna bargeya elektroneke tekane (charge on a single electron) da xuyakirin. Sala 1911an.
4. Jihevcudakirina Newton ya hemû rengên di nav tîrêjên rojê de bi alîkariya puwazkê (prism). Isaac Newton, 1665.
5 Azmûna dukelşan ya xisletên pêlî yên ronahiyê dide xuyakirin. Thomas Young, 1801.
6. Azmnûna Pendola badekî ya Cavendish (Cavendish's torsion-bar) hêza rakêşa di nav du baristan (mass) de dide xuyakirin. Henry Cavendish, 1798.
7. Pîvandina Eratosthenes ya goşeya tîrêjên Rojê, çivandina kembera Zemînê da xuyakirin. Eratosthenes, 300 BZ.
8. Azmûna Galileo ya gindirandina gokan li ser rasterûyekî nişîv tawdana giraniyê dide xuyakirin (Galileo's Acceleration Experiment). Galileo Galilei, nêzîkî sala 1600î.
9. Vedîdtina Rutherford ya navika atomê. Ernest Rutherford, 1911an.
10. Pendola Foucault dide xuyakirin ko Zemîn li dora tewereyê (axis) xwe digere.
Deh azmûnan ji her tiştê din bêhtir bandora xwe li jiyana me kir û ew guhert. Ev bi kêmayî li gor xwendevanên kovara "Physics World" e, yên ko bersiva vê pirsê dan: Kîjan azmûn di fîzyayê de ya herî spehî ye?
Azmûnana Eratosthenes jî di nav wan her deh azmûnan de derbas dibe, ya ko bi pîvandina goşeya tîrêjên Rojê çivandina kembera Zemînê, nas kir. Bi alîkariya bîreke kûr û darikekî naskir, ko Roj di ezmanê Misrê de ji yê Yunanistanê bilintir dibe. Gelek salan Berî Zayînê wî bi şaşîtiyeke piçûk 5%, dirêjbûna kembera Zemînê, bi riyên hijmartinî, derxist.
Piştî wî bi du hezar salan Jean Foucaultê fransî da xuyakirin, ko Zemîn li dor xwe dizîvire. Wî pendoleke 30 kîlogramî giran û bi têleke pola ya 17 metran dirêj ve kir û bi zikê Panthéonsê ve dalhêla (hang). Roj û şevekê pendol di ser binê Panthéonsê re heja, di wê demê de fetlekê li dora xwe zîvirî.
Zemîna li dora xwe digere xwedî rakêş e jî. Ta dawiya sala 1500 her kesî behwer dikir ko laşên giran ji yên sivik xurtir dikevin, lê bi tenê dema ko Galileo Galileiyê îtalî çend heyberên xwedî giraniyên cuda ji ser serê birca Pîsa xwehr avêtin, her kesî dît ko bi ew hev re gehane erdê. Dema wî piştre gokên pola danîne ser aliyê jor yê rasterûyekî nişîv (inclined plane) û ew berdan, dîse her kesî dît çawa gok xurtir û xurtir digindirin, bi temamî li gor hevkêşeya tawdanê (acceleration equation) dilivin.
Henry Cavendishê inglîz da xuyakirin ko qanûna rakêşê ne bi tenê li ser Zemînê pêk tê. Bi pendola xwe ya ji du gokên pola çêkirî bû û bi pisteke asoyî ve hilawestî bû, dît çawa gok ber bi laşê zirêçî (lead) giran ve têne kişandin.
Rakêş (gravitation) bi rastî pîşeyê Isaac Newton e. Lê azmûna Newtonê brîtanî ya nayê jibîrkirin, ew e ya ko bi puwazkê (prism) ronahiya rojê ji hev vewejart û şebenga (spectrum) hemû rengên keskesorê ji nav derxist.
Thomas Young, ew jî ji Ingeltra ye, bi azmûna dukelşan ya xisletên pêlî yên ronahiyê, wî da diyarkirin, ko Newton şaş bû dema digot, ko ronahî ji parçikan pêkahtiye. Dema tîrêjên ronayî di nav du kelşan ve derbas dibûn û li aliyê din digehane hev, tîrêjan weke pêlên avê bandor li hev dikirin. Nexşeya têhelkêşiyê (interference pattern) dida xuyakirin ko ronahî pêl e û weke pêlê belav dibe.
Claus Jönssonê elman piştre ew azmûn dîse pêk anî, lê vê carê wî di şûna ronahiyê de elektron bi kar anîn. Ya herî balkêş ew bû ko elektronan jî xisletên pêlî didane nîşandan û nexşeya têhelkêşiyê weke ya pêlên avê bû. Herdû azmûnên dukelşan bingehek ji bingehên fîzyaya laşikan (quantum physics) da pejirandin; ya ko dibêje ko parçik û pêl yek tişt in. Di dawiya dawî de derkete meydanê ko gotina Newton, ya digot ko ronahî ji parçikan biheketiye, dîse rast bû.
Dema pesnê elektronan ne weke pêlan tê dan, ew parçikekî bargekirî (charged particle) tê nîşankirin. Robert Mîllîkanê emerîkî bi azmûna xwe ya dilopên zeytê karîbû mezinbûna bargeya elektroneke tekane bipîve. Di azmûna xwe de wî hişt ko dilopên zeytê di nav du elektrodan de bilivin. Elektronan xwe li dora dilopan dida hev, piştî gelek zêrevaniyan û pîvandinan Mîllîkan dikarîbû bargeya elektroneke tekane nas bke.
Demeke dirêj dihate gomankirin ko elektron bi neutron û protonan re têkilek (ingredient) e di nav kulîçeya pîrozî atomî de. Lê Ernest Rutherfordê inglîz da xuyakirin ko hemû proton di navika atomê de komkirî ne. Wî navika bargekirî ya heliumê li atoman barand, û lê kola çawa ew dibine pîj û parçe, bi vê wî karîbû mezinbûna navika atoman bipîve.
Ji nav her deh azmûnên fîzyayî azmûna Claus Jönssons, ya dukelşan ko xisletên pêlî yên elektronan dide xuyakirin, ya herî spehî tê dîtin. Spehîtiya wê di hemû zelalî, rastîtiya wê de ye û di fîzyaya laşikan (quantum physics) de ye, ev beşê fîzyayê, yê xwediyê dîtaneyê pir bi zor têne qurpandin
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)